Mayıs 31, 2010

~ Parti ~


Bitiyor mayıs...
Kutluyorum şimdi, bu hüznü;
gelip giden ya da gidemeyen ya da gelmesin diye dua ettiğim ya da ne kadar dua etsem de gelemeyecek diye kahrolduğum herkesi...
Bazıları bırakılıyor kilit vuruluyor kapılarına da, bazılarını hatırlamamak nasıl mümkün olabilir ki?
ben artık, gidenlere, gelmeyenlere, gelmeyeceklere üzülmemeyi öğreniyorum, sayenizde...

Artık biliyorum, "hayatın en büyük trajedilerinden biridir bu " demişti, Dr. House, "bir şeyler değişir."

Bir şeyler değişti.
Kabul ettim.
Varlığınızı inkar etmiyorum, orada olduğunuzu biliyorum fakat, aldırmıyorum size artık. İyi ki vardınız. Neyse ki artık, yoksunuz.

Kutluyorum, öğrendiklerimi, istediğim gibi yapabildiğimi gördüğüm her şeyi, kendimi...
Çünkü ben her ne kadar sevemesem de kendimi, aynaya bakmaya korksam da, o kadar da kötü olmadığıma inanıyorum bazen...

Kutluyorum, bana öğrettiklerinizi, gösterdiklerinizi, paylaştıklarınızı, ve sizi...
Benim gibi olabildiğinizi gösterdiğiniz için, adınızı bilmesem de yalnız olmadığımı hissettirdiğiniz için.
Biliyorum ki eşlik ediyorsunuz bana, katıldığım her konuda, isyan ettiğim her şeyde. Yalnız değilim o kadar da.
Hayatın bana verdiklerini kutluyorum.
Şansımı...
Güzel insanları hayatıma sokan şansımı ve onları hayatımda tutmayı başarabildiğim için kendimi.
Güzel insanların yaşına gelişimi kutluyorum,
kalbim ağrıyor ama.
Ben şimdi senin yaşına geliyorum, senin kadar oluyorum.
Bak Tülay'cım, iki yıl geçti,
ben büyüyorum.
Her gün yeni insanlar tanıyorum, her gün bir şey daha görüyorum. Herkes gibi elbette.
Ama sana söyleyemiyorum.
Seni de söyleyemiyorum.

Bahar geliyor, geçiyor, doğum günümü kutluyorum bak, ikinci kez sensiz.
Bir mum da senin için üflesem, rüzgarımı duyar mısın?

Kutluyorum, mutlu olmalıyım artık. Önce inanmalıyım.

Bugün bitmeli.
Yaz gelmeli.
İyi ki doğmuş olmalıyım.
Ama önce yazın gelişini kutlamalıyım!

Mayıs 29, 2010

Kırmızıların En Kırmızısı


Bunun adı yaşlanmak mı, yaşının farkına varmak mı, büyüme klişesi mi?
Hepsinin sebebi bahar mı?
Yaz yaklaşıyor diye mi?
Kalbim güneşle birlikte mi canlanıyor yoksa gerçekten uyandırabilen şeyler mi var?
Kapılar açılıyor mu güneş her ısındığında?
Yoksa ben anahtarımı mı kaybediyorum, bilerek mi bırakıyorum çimlerin üzerine?

Kendime yasaklamışken her şeyi, hangi güçle açılıyor o kapılar? Hangi cesaretle? Kendime öğrettiğim her şeye karşı mı geliyorum? Karşımda ben mi duruyorum şimdi? Kendimden izin mi alıyorum? Kendimle mi çelişiyorum?

Elimde değil. Bir gün hayal kırıklığıma geri dönecek olsam da bunu bile bile düşünmeden duramıyorum. Hayal kurmadan yapamıyorum. Uyusam, rüyamda görür müyüm demeden kapanmıyor gözlerim.

Yaz geliyor. Bütün kurallar diğer çocuğun kuralları oldu şimdi, içimdeki. Ben artık ikincisini mutlu etme yoluna giriyorum galiba... Hala bir yanımda çelişkiyle, mutlu olmalı diyorum.

Şimdi inanmak istiyorum.
Mutluluğa,
umuda...

Kapıyı çalanlara "hoş geldin" demeye gidiyorum, eskimiş her kapıya kilit vurarak.

Mayıs 27, 2010

Kontrol


Kırgınım ben.
Kendime.
Nasıl böyle bir şey yaptım?
Nasıl izin verdim ya da fark etmedim,
bilmiyorum.
Bilmeliydim.
Her istediğimi anlatamayacağımı,
herkesi ikna edemeyeceğimi,
herkese istediği şeyi veremeyeceğimi,
bilmeliydim.
Mutsuzluklarım kendimeydi,
mutluluğum gibi.
Görünenin arkasında, kocaman bir bencillik saklıydı.
Keşke bunu görebilselerdi.
Ben artık, bazı şeylere karar vermiş olsam da,
bunu yapabileceğimi sanmıyorum.
Dünya ne kadar garip bir hal aldı şimdi.
Ya tamamen açılacaksın onlara,
ya da kimse tanımayacak, bilmeyecek,
öyle yaşayacaksın.
Senin hayatın bir gazete gibi,
insanlar editör sanıyorlar kendilerini,
okumak istemediklerini yazdığın zaman,
çöp kutusuna göndermek istiyorlar.
Tek tuşla kontrol edebiliyoruz hesaplarımızı,
hayatlarımızı, hatta hayatlarını...
Ama artık kendimize gelmeliyiz,
üstünü örttüğümüz, "yoksay"dığımız şeyler -biliyor musunuz- aslında var.
İsteseniz de istemeseniz de.
Hayat işte bazen bu kadar küçük.
Kendi dünyamızı başkalarına açarken, işgal etme hakkı da veriyoruz yanında.
Ama -biliyor musunuz- öyle değil.
Bazı insanların bazı hayatlarda, bazı hayallerde hiç işi yok.
O zaman neden?

Mayıs 24, 2010

B i t t i

Çok değişik be bugün. Yani yazmasam olmazdı, düşünmesem hiç olmuyor. Bir insanı gönderirken hayatımızdan, sonra onun olduğu dönemi nasıl anıyorsak, özlüyorsak o zamanki kendimizi, bunun da farkı yok.
Bir dönem bitiyor bugün. Bunun ilginç olan kısmı, buna hazırlanmaya fırsat bulmuş olmamız. Beklenen bir şeydi, sürpriz olmadı, sonradan fark etmedik. Farkındayız ve hangisi daha kötü bilmiyorum. Bir anda bir şeyin bittiğini fark edip şaşırmak mı, yoksa bitişine hazırlanmak mı?

Dünyada efsane olmuş, insanlara, bize, ufacık gibi görünen hiçbir şeyin aslında ufacık olmadığını, görünenin arkasına bakmayı düşündüren, öğreten bir şeydi bu, tarihte.
İnsanlar ders çalışmaya üşenirken, sayfalarca kitaplar okuyup, araştırmalar yapıp teoriler ürettiler.
İnsanlar büyüdü bir diziyle.
Gençliklerine, tarihlerine bir işaret oldu, evet oysa sadece bir diziyken.

Bugün, her şeyin sonunda olduğu gibi yine hüzün var. Benim için o kadar da hayati mesele olmamasına rağmen üstelik, panik yapıyorum, olmaz olan olmuş gibi.
Bir alışkanlığımızdan vazgeçmek zorundaymışız gibi, bir şeyi beklemeye odaklanmış hayatlarımız değişecek şimdi.

Bir bağ kopacak, geçmiş zaman olacak altı sene.
Bugün Lost bitecek.
Her güzel şey gibi.

Mayıs 23, 2010

- Sürpriz -


Bu hayat bazen öyle tuhaf ki... Rotayı bir anda bir çeviriyor, hiç aklınızda olmayan bir yöne, bilmeden, ama iyi bir şeyler olmasını dileyerek yol alıyorsunuz. Mecbur olduğunuza inanarak. Bazen -hep olduğu gibi- umudunuzu kaybediyorsunuz, güveniniz sarsılıyor, canınız sıkılıyor, sonra unutup devam ediyorsunuz ve hiç aklınızda yokken bunlar, hayattan artık çok büyük şeyler beklemezken...
Bir şey oluyor. Aniden...

Sonra bütün kararlarınız, çokküçükken aklınıza ya da kalbinize takılan ufak bir şey, şimdiki hayatınız ve karşınızdaki, şimdi size bunları düşündüren...

"Hayat işte... İşte hayat." deriz hep, şaşırtır, gittikçe kötüye, daha derine indiğini sansanız da, gittikçe güzelleşmiş olduğunu fark edersiniz o an.

Ben çok küçüktüm. Seni televizyonda gördüm. Masmavi gözlerin vardı, upuzundu boyun da, biliyordum. Hep derdim ki, "bu adam iyi olmalı, yüzünde hiç çirkin bir şey yok." Gözlerinin parıltısını görmüştüm, evet televizyonun başından.
O, hep izlenen magazin programlarında yerin yoktu, kızardım. Seni nasıl görecektim ki başka?
Arada sırada adını yakaladığımda mutlu olurdum işte. Ama ben seni hep sevdim, onlar seni çok konuşmasalar da...

Sonra fark ettim ki, bu iyi bir şeymiş aslında. Senin adın olur olmadık yerlerde değil, olması gerektiği yerlerde geçmiş hep.

Ben artık büyüdüm, o zamana göre. Bir gün okul bitti. Bir gün işe başladım. Bir gün o iş bitti. Sonra başka bir işe...
Bir sabah uyandım, işe geldim ve seni gördüm. Televizyondan, gazeteden ya da dergiden falan değil. Bu sefer karşımdaydın ve ben işte az önce anlattığım hayatın tanımını yaptım.

Hayat işte dedim, işte hayat.

Tahmin edemeyeceğim, hayalini bile kurmayacağım bir şey bu. Hala mutlulukla gülümsüyorum. Çünkü benim o zamandan beri hakkında inanmış olduğum hiçbir şey, yanlış değildi. Hayalkırıklığı değildi gördüğüm, gözlerinin parıltısına bu sefer gözlerimle şahit oldum. Bu bana en güzel sürprizlerden biriydi bu dünyada...

Bugün yirmiüç mayıs. En sevdiğim ayın yirmiüçüncü gününü, seni benimle karşılaştıran her adımı, her detayı kutluyorum.

Bugün senin doğum günün. İyi ki varsın hayatımda. - Burak HAKKI -


=)

Mayıs 22, 2010

Sana - Benden


İşte yine...
Yine bitiyor mayıs. Başım dönüyor, bir yıl daha bitiyor.
Ve işte yine sen..

Halbuki söylediğin her şeyi yaptım. Konuşacak çok şey var şimdi. Chaplin filmlerini de izledim. Sonunda... Büyük bir heyecanla hatırlamalı ve sana böyle kocaman gözlerimle anlatabilmeliydim, o herkesin sanal ortamda paylaştığı sahneyi ve şikayet etmeliydim sana, onları... "Herkes paylaşıyor bunları ama hiçbiri de vazgeçmiyor fesatlıklarından? Kardeşlik diyorlar, sevgi diyorlar ama kendi bünyelerine kattıkları hiçbir şey yok? Hani? İzlettin bu filmleri bana, şimdi sevinemiyorum.

Bir şeyler fazla geliyor artık, bu kalemin mürekkebi de fazla, senin böyle olmayışın.... Arkadaşlığının zerresi yok şimdi hayatımda.

Ben her zamankinden daha yalnızım, mayıs yirmiüçüncükez biterken...

Mayıs 21, 2010

Beni Unutma


Korkuyorum... Unutmaktan. Bir günden korkuyorum, o günün gelmesinden. Hayatın bana getireceği en korkunç şeyden. Aklımdakileri tutamamaktan, bir gün bu satırların bile bana ait olduğunun farkında olmamaktan...
Kendimi bilmemekten, başkalarının aklına ve hatırlatmalarına boş boş bakmaktan... Saçmalamaktan...

Anlatamadıklarımı yazıyorum, hep de yazdım, içimde bırakmamaya gayret ettim, ama artık kolay mı etkileniyorum gördüklerimden? Unutanların hayatında hiçbir şey olmamak mı artık beni böyle düşündüren?

Günler geçiyor. Dünya küçücük olmaya başlıyor, hızlanıyor, panik yapıyorum. Son güne kadar sınavına hazırlanmamış öğrenci psikolojisi mi olacak hissettiğim yoksa zaten boşluğa düşmüş mü olacağım?

Kendime mesaj yazmak işime yarar mı? Bir gün bu satırlar beni bulur mu?

"Çok uzaklardan bir telefon gelmiş bugün sana, çok şaşırmışsın, çok da sevinmişsin. Şarkılar yolladığın, maviliklerin üstünde gezinen çook uzaklardaki kahramanının sesini duymuşsun. Özlem sevinçle karışmış sesinde, sesiniz titremiş, çok şey anlamışsınız, çok şey anlatmışsınız kısacık zamanda.

Unutmamış seni bak. Sen de unutmamalısın o zaman. Bak şimdi aynaya. Sensin o. O kadar çok şey oldu ki hayatında ona dair, o kadar çok şey anlattın ki, dinlediğin gibi... Bak hala sen varsın aynada, kendini hatırla. Kimseyi hatırlamıyorsan..."

Mayıs 14, 2010

Beklenen


Öyle bir şey ki bu tarifi imkansız. Yani ben şimdi anlatmaya çalışacağım kimse anlamayacak tam olarak bu duyguyu biliyorum. Ama belki de, ne bileyim o kadar da zor bir şey değildir bunu anlamak. (Çelişki?)

Bugün mayısın ondördüncü günü. İkibindördün ondört temmuzunda tanıştığım -(aslında tarihlere bu kadar takıntılı değilim ama bazılarını hiç unutamıyorum)- arkadaşım, aynıyılın sekizağustosunda bana bir film verdi. Yaz tatilinin sıkıcılığı içinde birbirinden saçma filmler izlerken bu film bir devrin kapanmasına sebep oldu. Çok da iyi oldu.

"Bir film izledim hayatım değişti" klişesinde olmadım hiçbir zaman, kendimi özdeşleştirdiğim falan da yok hayali bir karakterle ama işte çok çok başkaydı. Çekmek istediğim fotoğrafların rengi böyleydi, yürümek istediğim sokaklar bu filmdeki sokaklar gibiydi, hayatım boyunca dinlemekten bıkmayacağım müzikler, bu müzikleri yapan adamın besteleriydi.
Ne zaman mutluluktan enerji dolu olsam, ne zaman kendimi yalnız hissetsem, ne zaman ağlamak istesem, kendimi ödüllendirmek istesem, hep bu filmi izledim. Çok izledim, çok dinledim. İşte ben seninle böyle tanıştım. Ne var ne yoksa dinledim sana dair, olay film müziklerinde değilmiş, sonra gördüm ki aslında hayata besteler yapıyormuş bu adam. Yağmurda, güneşte, mutlulukta, yalnızlıkta, kalp ağrısında, sevinçte, dansta, hüzünde, deniz kıyısında, toprak yolda, kendinizde olduğunuz, yaşayabildiğiniz her saatte, bu adam yanınızda yaşadığınızı fark ettiriyormuş.

Tanıştırdım seni herkesle, "benden çok sevmeyin ama" diye uyardım, öyle benimsedim ki çevremdeki insanların da aklına senin isminle gelir oldum zaman zaman. Tutkuysa tutku, aşksa aşk, böyle bir şey olmalıydı, hayatımın fon müzikleri gibi...

İnsanların listeleri vardır ya, ölmeden önce yapmak istedikleri mutlaka yapmak zorunda hissettikleri, gerçekleştirdiklerinde gözlerini arkada bırakmayacak şeyler... Benim somut bir listem yok ama hep çok istediğim şeylerden biriydi, senin karşında olmak, seni dinlemek. Bunun için bir gün ülkene gelmem gerekse bile bu benim hayalimdi. Şimdi duydum ki, sen geliyormuşsun benim şehrime. O gün gelene kadar ölür müyüm, ya da kocaman aksilikler olur mu, ya da sen vazgeçer misin bilmiyorum. Ama şimdi, şu an, yıllardır beklediğim şey sayılı güne düştü. Bu haberden sonra hayat daha güzel.

Amelie Poulain, Yann Tiersen'ine kavuşuyor.

Bu da burda kutlama şarkımız olsun.

Mayıs 12, 2010

Kutlama


Siz de sık sık kendinizi düşünüyor musunuz? Bencillik ya da kendine acımak şeklinde değil de, yaptığınız hataları mesela? Ya da yapmış olabileceğiniz? Yaptığınız her eylemin, söylediğiniz her kelimenin her zaman arkasında durup arkanıza bakmıyor musunuz yoksa? Biri size bir şey söylediğinde, sonradan ne demek istediğini düşündüğünüz oluyor mu? Öyle, o anda mı kalıyor yoksa?

Kendinize kızıyor musunuz hiç yoksa her dediğiniz doğru mu?
Hiç haksızlık yaptığınızı düşündüğünüz ama geri dönmediğiniz oluyor mu?
İki tarafta da bulunmuş olmanız elbette muhtemel. Kendi açımızdan bakınca her şeyin açıklaması ya da bahanesi var. Bazen de bencillik işte, deyip çıkıyoruz işin içinden. Gönlümüz ne kadar rahatlıyor değil mi?
Benim rahatlamıyor.

Dünyanın en bencilce davranışlarını, kocaman bir soğukkanlılıkla gerçekleştirdiğime inanırsam, onu düzeltene kadar rahat olmuyorum. Ama sorun bu değil.

Siz hiç kendinizi affettiniz mi?
Size haksızlık yapan insanları affettikten sonra, kendinizi aptal gibi hissettiğiniz her an için kendinize iyi davrandınız mı? Sırtınızı sıvazlayıp, "olur böyle şeyler" dediniz mi, kendinize?

Ben demedim.

Siz unuttunuz mu hayatınızın en güzel noktasına gelip yerleşiveren sonra da hiçbir şey olmamış gibi giden insanları? Affettiniz mi onları? Evet, bazılarını siz gönderdiniz, biliyorum, öyle olması gerektiğinden. Öyle olması gerekmeyip de sizi yarı yolda bırakan arkadaşlarınızı unuttunuz mu? Onları anladığınız gibi kendinize anlayış gösterdiniz mi?

Ben göstermedim.
Her şeyi anladım, her şeye şans verdim, yepyeni şeyler öğrenmeye baktım, yeni renklerle mutlu oldum, değiştirdim bazı şeyleri, bazılarını olduğu gibi bıraktım, gidenleri anladım, haksızlık yapanları, saçmalayanları... Herkesi anladım, dünyanın en anlayışlı insanı oldum, en saygılı, en yargılamayanı... Ama affetmedim kendimi sizi affettiğim gibi, anlayamadım, sizi anlayabildiğimin yarısı kadar, anlamış olsaydım, şimdi sizi sevdiğim kadar biraz da kendimi sevebilseydim, kendimi yargılamak yerine sizi yargılayabilseydim, kendime iyi davranabilseydim sizden önce, kendime güvenebilseydim size güvendiğim kadar, size hak verdiğim kadar kendime haksızlık yapmasaydım, yakıştırabilseydim kendimi kendime, sizi hayatıma yakıştırdığım kadar... Size verdiğim değerin yarısını kendime verebilmiş olsaydım...

Şimdi daha sakin, daha iyi niyetli olabilirdim aynaya bakarken.

Siz hiç kendinizi suçladınız mı?
Siz unuttunuz mu yaptıklarınızı?

Ben unutmadım.
Hiçbir şeyi unutmadım ama yoruldum da hatırlamaktan. Sizinle yaşamaktan yoruldum, bana getirdiğiniz her şeye sahip çıkmaktan, saklamaktan, sizin için önemli olan her şeyi hatırlamaktan ve bilmekten yoruldum.

Bir türlü gidemeyişinizden -aslında- sıkıldım.
Hayallerinizi, tebessümlerinizi bilmekten... Doğumgününüzü hatırlamaktan...

Mutlu yıllar şimdi! İyi ki vardın! Bu da hediyen.

(FCY)

Mayıs 11, 2010

"Dünyanın en güzel..."


"Dünyanın en güzel..." diye başlayan cümleler kurmayı kimden öğrendim? Senden. Özgürken, sevgiyken...
Dünyanın en güzel yemeklerini yerken, dünyanın en güzel yollarında gezerken, dünyanın en güzel şehrinde, dünyanın en güzel manzarasında, dünyanın en güzel gülen, dünyanın en güzel 'yaşayan' insanıydım ben.

Dünyanın en iyi insanı benim arkadaşımdı. Dünyanın en çok şey bilen insanıydı. Gözümde...

Sonra, dünyanın en olmaz şeyini isteyen insan oldun sen, dünyanın en çabuk değişen, en mantıksız kararlarını veren... Dünyanınn en anlaşılmayan insanı...

Her şey en yüksekteyken bir anda nasıl yerle bir olabilir? Bir hayat bu kadar kısa sürede nasıl değişebilir? Değişiyormuş. Bunu da sana bakarak öğrendim.
Hala öğrendiğim şeyler var. Bir insanı severken neyi yapmamam gerektiğini gördüm sayende. Teşekkür etmeliyim.

Hala alışamadım, hayatımdan birilerinin çıkmasına... Kendim tercih etmiş olsam da, olması gereken bu olsa da... Büyüdükçe çoğalıyor ya hayatında insanlar, daha da büyüdükçe azalmaya başlıyorlarmış. Bunu da aslında biz seçmeseydik. Sadece ölüm olsaydı insanları hayatımızdan çıkaran, böyle olmazdı.

Kendimizi koruyalım derken aslında zarar veriyoruz, insanca. Sen yoksun diye ben kendimi korumuş mu oluyorum şimdi?

Yarattığın huzursuzluğun haddi hesabı yoktu, şimdi kendime haksızlık da etmeyeyim. O günler geldikçe aklıma saçmalama, diyorum. Aynı şeyler olacaksa hiç çıkma karşıma. Aynı şeyler olacak biliyorum. Değişmemiş olduğuna şaşıracağım bir de, böyle devam edecek sanırım hep.
Kabul etmek lazım.

Dünyanın en kabul edilebilir gerçeğisin sen. En değişmez...
Artık bırakmam lazım, dünyanın en güzel manzarasına tek başıma bakmam lazım. Seni düşünüp gülümsemeden.

Mayıs 10, 2010

"Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?"



Bazen her şey bir anda olsun bitsin isterken, isteksizce gerçekleştirirken rutin işleri gün içinde, bazen canınız hiçbir şey yapmak istemediğinde bunu bile düşünmek istemezken, özlemekten sıkılıp yine de bir yandan beklerken...

Neden bu kadar zorlaşıyor, neden "mutlu olmak varken", güneş batmadan gülebiliyorken, insanların yanında "normal"ken, yalnız kalınca neden bu kadar zor ve sıkıcı? Bu kadar sakin? Karışık ve güvencesiz..?

Ben seni özledim. tek açıklaması bu. Bütün olmazlığına rağmen, bütün mantıksızlığına rağmen, sana rağmen, yaptıklarına rağmen, yapmayacaklarına rağmen... yaptığımız her şeyi özledim. Laf geçiremiyorum, bu durumu erteleyemiyorum, iptal edemiyorum, kabullenemiyorum da...

Mutsuzum. Sen yoksun diye değil, hatta sen yoksun diye huzurluyum da, ama galiba yaramaz çocuğum ben şimdi, seni özlerken. Laf dinletemiyorum, yoktan anlamıyorum. Gözlerim bir zamanlar senin yaptığın gibi, olabileceğin yerlerde seni arıyor, tabi ki bulamıyor.

Tesadüf olsun istiyorum, olunca kendime ne yapacağımı merak ediyorum. Şimdilik zor bu hayat böyle... Sen yoksun diye değil, keşke hiç olmasan, keşke aklıma hiç uğramasan, hiç özlemesem, düşünmesem...

Gözlerimi kırpmak bile istemiyorum.
Seni görmek istiyorum ben bu kadar işte. Tüm derdim bu değil ama, istiyorum. Beni unuttun mu? Gerçekten beni hiç düşünmüyor musun artık? Aklına gelmiyor muyum? Sen neden aklımdasın o zaman? Neden her yerde karşıma çıkmandan korktuğum zamanlar şimdi çok geride? Neden her yerde seni arıyorum?

Çık git hayatımdan demeye gücüm yok. Ben artık güçsüzüm galiba. Belki artık daha küçüğüm? Ama ağlamıyorum işte, saklıyorum, sakinim, soğuk kanım... Aramıyorum bak, telefona sarılmıyorum.
Belki yanındakine ihanet etmek istemediğimden? Belki o olmasa bu kadar dayanamazdım.

Aklıma gelmediğin gün, karşıma çıkacaksın. O zaman ne yapacağım?

Mayıs 09, 2010

Ayna



Ne zaman vazgeçeceksin? Ne zaman rahat bırakacaksın kendini?

Sen seçmedin mi bunu? Sen istemedin mi? Yalnızlığı, onlarsızlığı? Şimdi arkalarından bakmak neden? Özlediğini sanıyorsun, ama kurtaramadın kendini... Özlemiyorsun ki sen, özeniyorsun. Herkes gibi olmaya, onlar gibi mutlu olmaya özeniyorsun. İmkansız olduğunu bile bile... Kendin kadar iyi bildiğin bir şey bu, mutsuzluk var içinde, hayatında, aynanda. Başkaları görebilecek kadar yakınlaşınca kaçmaya başlıyorsun. Görsünler bırak, mutsuzluğunu da çirkinliğini de görsünler, aç kapıyı, ama artık kapatma. Açar gibi yapıp kandırma kimseyi, çık ortaya "mutsuzum" de, "çirkinim" de. Ama söyle. Yaklaştıkça sır olma, yok olma. Kaybolma ortadan. Kaybolacaksan da geri gelme bir daha. Sorma neden diye, "sen" çünkü cevabı. "Çünkü sen."
Nedeni sensin her şeyin, başkalarını bırakıp gittikçe kendi kalbine saldırdın, hep kendini kırdın. Geri gelme artık. Bakma arkana. Bıraktıysan bırak. Unut. Yeter, düşme kendi peşine, kimseye bakma, arkada kalsın. Yaşa, bırak yaşasınlar. Mutlular işte, sen sadece kendini mutsuz ettin. Onlar toparlandı, sen kalkamadın.

Uzatmayacaklar ellerini, uzatsalar da sen bırakacaksın tekrar, gideceksin. Aynı hayatın içine girdiğin anda kaçacak delik arayacaksın, nefes alacak boşluk...

En yükseğe çıkmışken, boşluğa bırakacaksın kendini. Yeni baştan, en baştan... Yine aynı kötülükle...

Yeter artık, bak aynaya, kendine. Başkası yok orda sen varsın. Başkası olmayacak, olabileceğini hayal edeceksin sadece, yine bildiğini okuyacaksın.
Bakma arkana artık, büyümeye bak. Karşındakini sev önce, bak aynaya.

Kırma kalbini artık, bırak önce başkaları kırsın.

Mayıs 07, 2010

Kırmızı & Siyah



Devam et. Devam et, herkesi üzmeye, onu üzmeye devam et. Haksızlık yapmaya devam et, kendini kapatmaya. Hiç deneme anlatmayı, hiç bakma yüzüne, hiç inanma anlayabileceğine, anlayabileceklerine. Herkes sen gibi değil çünkü evet, herkes yargılar, sen yargılamazsın. Sen hep en iyisini bilirsin. Senin gibi bakmaz kimse olaylara, senin gibi anlamaz, o da anlamaz, anlatma hiç kimseye derdini, derdin de yok ki senin zaten. Her şeyi tek başına yaşa, kendinle yaşa, kendinle konuş, parmaklarınla konuş, kalemlerinle anlat. Kimse bilmesin, kimse elini uzatamasın. Yalnız kal. Hep bunu yaptın zaten, hep buydu asıl ustalığın, hep sendin her şeyin sebebi ve sonucu. Üçüncü kişi giremedi hiç, sokulamadı hayatına, ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, dinleyemediler seni, sen gibi. Anlatmadın çünkü. Korktun. Korkak.

En iyi sen değerlendirirsin, en iyi sen yargılamadan dinlersin, tabi. Başkalarıyla her şeyi paylaş ama kendini hep kapat. Konuşma. Sus. Yaz. Kimse okumasın. Kimse bilmesin. Kimse duymasın. Ama herkes anlasın. Aklını okusun. Hissetsin. O kadar kolay çünkü... Anlayınca ne olacak hem, ne çaresi?

Gönder herkesi, uğurla. Yalnız kal. En çok bunu yapabildin zaten. En çok kendinle mutlu oldun, kendinle kavga ettin, kendini cezalandırdın, kendine bakmadın, kendini düşündün, kendini yargıladın, kendini mutsuz ettin, mutlu oldun ama kendini mutlu etmedin. Başkaları hiç yakınında olmadı. Halbuki izin versen... İzin verseydin...

Kötüsün işte, kendine kötülüğün. İkiyüzlülüğün, acımasızlığın kendine. Sevgisizliğin, yargıların kendine. Kendini sevdiğin gün düzelecek her şey, ama onun farkında olsan da umursamayacak kadar kötüsün.
Her şeyin kendine. İnançsızlığın, güvensizliğin, nefretin. Nasıl böyle oldun bilmiyorum, nasıl uzaklaştın bu kadar kendinden, nasıl tanıyamadın, nasıl sevemedin?

Her şeyi kıpkırmızı yapabildin de kendin neden/nasıl siyah kaldın?

Mayıs 06, 2010

Hıdrellez




Her yerde bir "Arrinconamela" havası, her köşede ayrı bir mutlu insanlar topluluğu... Sanki kimsenin derdi yokmuş gibi, sanki herkes yarın da bu kadar mutlu olacakmış gibi... Elinde enstrüman olan herkes Tony Gatlif filminden fırlamış gibi...

Normal zamanda göz göze geldiğimizde "neden bakıyorsun" diye sert bakışlar gönderebileceğimiz insanlara, şimdi gülümseyerek bakmamızın sebebi kostümleri mi? Çimlerde oturmaları mı? Tek bir sebebi var işte, bugün, mayısın beşi olması. Bugün herkesin birbirine gülümseyerek baktığı, saçının rengine ya da giydiği kıyafete göre yargılayarak bakmadığı tek gün. Hangi bayram birbirini tanımayan insanları bir araya getirebiliyor, hangi bayram sinirli insanların sinirlerini alıyor?

Bugün insanların birbirini sevdiği tek gün gibi.



Mayıs 04, 2010

Gidenlerden Gidenlere



Burası Caddebostan sahili... Günlerden pazartesi, hava bulutsuz, mavi, güneşli... Bugün mayısın üçü...

Çok kalabalık değil şimdilik, hatta fazlasıyla sakin... Kitap okuyanlar, güneşlenenler, bisiklete binenler ve rüzgar... Adalar'ın denizle birleştiği yer puslu, deniz gökyüzü gibi masmavi, sakinliği tanımlar gibi o da.

Ruhum bugün her yerde dolaşıyor. Şimdi senin bulunduğun yere çok yakınım, biliyorum. Bana güzel şeyler hatırlatıyor böyle havalar ama hüzün de hep olmak zorunda değil mi?
Söylediklerimi duy, kendini yalnız hissetme. Biliyorum ki aynı maviliğin üzerindesin ve aklında buralar var. Rüzgarla şarkılar yolluyoruz sana, duyabilirsin.

Bazen hayatımdan çıkarmak zorunda kaldığım insanları çok özlüyorum ve onlara çok kızıyorum. Ne olurdu istediğim şekilde kalsaydınız, kalabilseydiniz yanımda? Ne olurdu benim sevdiğim gibi sevebilseydiniz, yetinerek... Bunu istemek de bencillik mi?

Bazen sizi çok özlüyorum, ne olursa olsun bir kez sesinizi duysam diyorum. O kadar fazla gidiyor ki elim telefona, ayağım kapınızın önüne o kadar çok gelmek istiyor ki, zor dayanıyorum. Ama dayanıyorum. Biliyorum ki yine istediğim gibi bakmayacaksın bana. Biliyorum ki birkaç gün hasret giderip, bu özlemin verdiği heyecanla, mutlulukla birlikte olacağız ama sonra yine aynı olacak. Başka şeyler olsun isteyeceksin, başka şeyler olmayacak, sıfatlarımız değişmeyecek, sonra tekrar kavga edip birbirimizden nefret etmeye başlayacağız.

Oysa bir kahve içmek bu kadar zor olmamalıydı hayatta. Yani illa hasta olmak, ölmek mi lazım görüşelim dediğimde yadırganmamak için? Mutlaka hayatın çok ama çok kısa olduğuna dair nutuklar mı atmalı, birini bir kez daha görebilmek için?

Bu kadar zor olmamalıydı bizim hayatımız, biz birbirimizi bu kadar anlayabiliyorken ve birlikte bu kadar gülebiliyorken ve yan yana huzurla susabiliyorken...

"Özledim, gel." diyebilmeliydim şu anda, şu saatte. Hayallerime ortak olabilmeli ya da susup oturabilmeli ve öğrettiğin kadarını daha öğretmeye devam edebilmeliydin.
Evet, ben bunların hepsini senin yüzünden kaybettim.

Yine de güzel günler var ki, düşününce seni daha çok özletiyor, sana daha çok kızdırıyor ama senden nefret ettirmiyor.

Ben kendime senin gözlerinden bakınca sevmeye başlamıştım. Şimdi pek anlaşamıyoruz. Keşke yine...

Ama iyi ki vardın, her şeye rağmen.

'Özgür'düm seninle, çocuktum, yaz'dım, güzeldim, neşeliydim.
Şimdi sadece kırmızıyım.

Mayıs 01, 2010

23. Mayıs




Hoş geldin Mayıs! Yine yeniden.. baharı gönderelim, yaz'ı getirelim, sonra da yaz hiç bitmesin! =) Bu defa olur mu?

Bakarsın olur?...