Ocak 21, 2012

- Masal -



Aynadaki kadına bakıyorum.
Küçük elleriyle temizliyor makyajını.
Kulaklarında bir melodi,
o kadar güzel ki gözleri doluyor müziğin coşkusuyla.
Bir filmi başlatan melodi bu aynı zamanda.
Masal gibi bir filmi.
Aynaya bakıyorum.
Kendimi görüyorum.
Gözlerimden ve yüzümden mutluluğu siliyorum,
Altından hüzün çıkıyor.
Kulaklarımda notalar yükselip alçalıyor,
Güzel mi aynadan bana bakan bu yüz?
Seviliyor mu?
Aşık mı ?
Hayatın neresinden bakıyor, nerede uyuyor, hayal ettikleri yanında mı ?
Mutlu mu?
Tek derdi yaşamak mı mutlu olmak mı?
Birini mi bekliyor?
Heyecanlı mı ?
Kararlarını hemen verebiliyor mu?
Arada kaldığı oluyor mu?
Aklına mı kalbine mi daha çok kulak veriyor?
Akıllı mı ?
Vicdan sahibi mi?
Anlayışlı birine benziyor, başını omzuna yatırdığı anlarda.
Gözlerini kısarak baktığını hayal ettiğimde, sevimli olduğuna inanıyorum.
Güvenilir mi?
Çok mu konuşur, çok mu sever sevdiklerini?
Kim bu aynada derin düşüncelere dalan, kızıl saçlı, konuşmayan?
Ne istiyor hayattan ne kadarını alabiliyor ?
Nerden bakıyor aynaya?
Kendisini seviyor mu?
İnsanlara değer verdiği kadar kendisini de değerli görüyor mu?
Canı acıyor mu mesela bazı sokaklarda yürürken?
En sevdiği enstrüman ne acaba?
En sevdiği renk?
Kırmızı olsa gerek.
Kırmızıyı sever kadınlar.
Ruhum.
Parçalara ayrılmış gibi.
Birden çok ben varım, nereye gitsem tanıyor beni hayattakiler.
Kim olduğumu benden daha iyi bilenler var.
Kimim ben ?
Bana ne yaptılar ?
Yaşamayı mı beceremedim? Kafamı mutlu olmaya mı taktım ?
Neden böyle hüzünlüyüm aynadaki halimle?
Derinden gelen bir heyecan dalgası var sanki, sesini duyuyorum.
Yaklaşıyor yavaş yavaş.
Kalbim hızlanmaya başlıyor. Ayaklarım daha hızlı yürümeye çalışıyor.
Orda beni bekliyor hissediyorum.
Anlatılacak, konuşulacak onlarca cümle, his, masal...
Gidiyorum.
Arkama bakmayacağım bu sefer. Başımı çevirmeyeceğim.
Karşımda bekleyen mavi bir masal olmasa da,
Kırmızıyı içine çeken.

Ocak 18, 2012

- Kiriş -

Orda, toplanmış insanlar görüyorum.
Uzakta.
Oturduğum yerden onlara bakıyorum.
Konuşuyorlar durmadan,
Birilerinin sesi yüksek.
Mutsuzlar mı?
Heyecanlılar mı? pek anlamıyorum.
Oturduğum yerde, onları izlemekten başka bir işim yok mu?
Bilmiyorum.
Ne işim var ki burda,
Bu insanlar kim?
Ben neden onlara bakıyorum sürekli?
Bana bir şey mi anlatmaya çalışıyorlar?
Buraya nasıl geldim?
Ben kimim?
Uzakta,
Bembeyaz gökyüzüyle birleşmiş kalabalık.
Ne yanlarına gitme isteğim var, ne de herhangi birini çağırma.
Sakinliğim, hiçbir şey bilmediğimden belki
Belki çok iyi tanıyorum bu insanları
Ama hatırlamıyorum.
Neden yanlarına gitme isteği duymuyorum?
Gözlerimi kapatıyorum, her fırsatta.
Bir şeyler yüzünden yorulduğumu biliyorum,
Çok derinde sanki, çok zaman geçmiş üzerinden,
Uykudan uyanmış gibiyim.
Ellerim üşüyor. Bunu hatırlıyorum. Bu bilmediğim bir şey değil, hep böyleydi galiba.
Güneş var, ama hava buz gibi.
Havanın üzerimde etkisi büyük sanıyorum, anlıyorum.
O insanlar konuşmaya ve hareketlerle bir şeyler anlatmaya devam ediyor ama ilgimi çekmiyor. Sadece oturmuş izliyorum.
Belki gözlerim dalmış, başımı çeviremiyorum sadece.
Hiçbir şeyi duymak, görmek istemediğimi biliyorum. Buna neyin sebep olduğunu anlayamasam da pek umursamıyorum.
Uyuşmuş gibi beynim.
Hafızamda hiçbir anı yok.
Güldüren, hüzün veren.
Bomboş her şey.
Mutlu muyum, bilmiyorum.
Elektrikler kesilmiş gibi hayat durmuş.
Eksik bir sürü şey ama ne olduğuna kafa yoramayacak kadar bitkin hissediyorum.
Boşveriyorum.

Ocak 13, 2012

- Kesinti -




Gerçekleri öğrenmek ister misin?
Kararlarımı?
Artık... diye başlayan cümlelerimi,
başımın ne kadar dik olduğunu görmek ister misin?
Neden peki sence?
Sen yoksun çünkü.
Artık,
burdaki satırlarım seni anlatmayacak,
hayatım senin etrafındaymışım gibi devam etmeyecek.
Yokum çünkü.
Ben yokum.
Artık ben yokum.
Tamam inkar edemeyeceğim doğrular var hayatımda,
biliyorum her film izlediğimde bileceğim onun ne olduğunu,
ama görmezden geleceğim,
biliyorum her sokak bir şey hatırlatacak,
dinlediğimiz her şarkı,
her ayın 17'si ve 27'si,
ama ben yok sayacağım.
Senin bana yaptığın gibi.
Her şeyi senden öğrenmedim mi zaten?
Şimdi uygulayabilirim.
Ben kaybetmedim çünkü,
ben çok sevdim sadece.
Hep sevdim.
Hep söyledim.
Artık,
söylemeyeceğim.
Söyleme, sevmeye devam etsen de olur diyeceksin belki,
ama yok işte,
söylemeyince olmuyor,
oldu mu sen söylemeyince?
Olmadı.
Yine olmayacak.
Üç harfim vardı hayatta bana yeter dediğim,
sana yetmedi.
Peki, tamam.
Ben katil değilim,
bunun katili kim,
belli.
Ben hak etmedim.
Kimin hak ettiği de,
belli.
Öyle uzaklara gideceğim ki,
öyle sert,
öyle soğuk havalarda ayakta duracağım ki,
şaşıracağım.
Umrunda değil biliyorum,
benim de değil artık.
Gözüm de arkada değil,
ben zaten hep öndeyim.
Senin için olamadım sadece.
Olsun.
Hayat, bana istediklerimi her zaman verecek değil ya,
vermesin.
Ben de onun verdiği şeylerle mutlu olabilirim,
kıymetini bilebilirim,
hayatımdakilerin.
Yok olmak istiyorsun madem,
ol.

Artık cümlelerimi kimselere vermemeyi öğrendim.
En değerli şeyler onlar çünkü.
Uzaktan baka baka,
yaşım ilerleyecekse,
ama hiç gelmeyeceksen.
Peki.
Gelme.
Kapattım ışıkları,
bir daha yanmayacaklar,
kollarım uyuşacak bazen,
bazen gözlerim sulanacak,
engelleyemem.
Ama ağlamayacağım,
seni geri çağırmayacağım.
Sana hiçbir şey yazmayacağım.
Defterimi, yıllığımı, notlarımı
kapattım artık.
Bir gün çok seveceğim,
belki seni sevdiğim gibi değil,
belki kimseyi değil,
ama hiç bilmeyeceksin seni ne kadar sevebildiğimi.
Anlamayacaksın,
hiç de anlamadın zaten.
Beni ağlattın.
Ama artık ağlamayacağım.

Ocak 12, 2012

- Üç Harf -

Dudaklarımı ısıra ısıra mutlu olmadım mı sanki?
Çok değil, birkaç ay önce.
Sıcaktı sadece tek farkı bu,
üzerimde şimdi olduğu gibi kat kat kıyafetler yoktu,
yaz kokardım,
yanında.
Gülmekten gözlerim kısık,
kalbim hep pırpır,
nasıl heyecanlıydım her gün seni görebiliyorum diye!
Derin nefeslerim vardı,
huzurla alıp verdiğim,
şükrettiğim hayatım,
sen.
Ne derdim olabilirdi ki artık,
ne olursa olsun,
üç harfli kelimem vardı,
cümlem,
özetim,
kocaman bir paragraf bazen.
Biz.
Mutluluktan dudaklarımı ısırarak, omuzlarımı kaldırarak güldüğüm o fotoğraf...
Hayatımdan hiç çıkmayacak,
hiç bitmeyecek gibi gelen şeylerin bile bitebildiğini unutmamam için.
Bir gün çok mutlu olursam yine de aklımdan çıkarmamam için.
Ama boş konuşuyorum.
Ben mutlu olunca hiç bitecek gibi hissetmem ki,
temkinli olurdum öyle olabilseydim,
tedbir olsun diye,
çok gülmezdim.
Kontrol edebilir mi insan bunu?
Yok.
Dünyanın en mutlu insanıyım hala,
o fotoğrafta.
Orda.
Burda kimse yok.
Hava da soğuk.
Yine yaz gelecek belki ama
geçen sefer getirdiklerini getirmeyerek,
kışın götürdüklerini soğukta bırakarak.
Olduğum yerde kalır mıyım sence?
Ben de gelir miyim yaza,
şimdiki halimden farklı olur muyum?
Zaman seni bana getirir mi?
Zaman bana neyi getirdi ki,
götürdükten sonra...

Ocak 08, 2012

- Kırmızı -



Gözlerimde zümrüt parıltıları,
dudaklarımda kırmızı
karşımdaki masada oturuyoruz
biz
bazen gözümün içine de soksan anlamıyorum bazı şeyleri,
işime gelmediğinden mi
kimbilir
bazen de hemen anlıyorum
bir cümleden
bir kelimeden
noktasızlıktan belki,
ama anlıyorum.
çok uzakta olsam bile,
gözlerini görmeden
kokunu duymadan.
sahi bu koku ne zaman çıkacak hayatımdan tamamen
doğadan ne kadar zamanda yok olur
yaşamak zorunda mıyım bu şekilde
bıktım.
o caddelerde yürümekten,
gülümsemekten
ikimiz adına mutlu olmaktan
yoruldum.
insan bundan nasıl yorulur ki?
ağlamaktan yorulduğu gibi.
üzülmekten,
mutsuz olmaktan yorulduğu gibi
bundan da yorulur belki.
senin hiç bilmediğin gibi belki.
Şimdi ruhum sıkışmıyorsa bu şehrin güzelliğindendir,
istanbul,
ışıklı şehrim.
bütün bütün alıp götürüyor içimden taşıp giden şeyleri,
bazen gözyaşı, bazen de fazlası.
Başımı döndürüyor şehrim,
sensiz dolaşıyorum sokaklarında ama kimi kandırıyorum ki
aslında hep varsın sen,
değişen hiçbir şey yok.
söylemiştim bunu daha önce.
Cuma'larım ve cumartesilerim var şimdi,
eskiden olmadığı kadar.
Çıkıp koşa koşa yanına gelmek istiyorum,
aç kollarını, nerdesin?
duymuyorsun.
neden?
neden yoksun şimdi?
kıskançlığımdan mı?
naletliğimden mi?
seni sevemediğimden mi?
her şeyi abarttığımdan mı?
yanımda su taşımadığım için mi her zaman?
saçlarım uzun değil diye mi?
kırmızıyım diye mi?
yok ağlamıyorum.
içimden hiç gitmeyeceğini bilmediğim kızgınlığım
ve kocaman kırgınlığım
benimle birlikte her yere geliyor.
uzaklaşamıyorum
istanbul'un üzerine atıp gitmek istiyorum halbuki
gecelere bırakmak istiyorum
sokaklara,
bahçelere,
kahve fincanlarına,
kokteyl bardaklarına,
içki şişelerine.
daha çok içimde birikiyor aksine.
karşımdaki masada ağlayan ve ağlatan iki insan oturuyor.
ikisinin de suçu yok,
biliyorum.
ne kız kırmızı olduğu için,
ne erkek çok sevmediği için,
ikisi de sebebi değil gözyaşlarının,
ikisi de sebebi değil benim şimdi uzakta olmamın.
ama biri
öbürünün ağlamasının sebebi.
sebebi ne olursa olsun.
gerekçe olamaz hiçbir şey insanın sevdiğini ağlatmasına.
kalbimin en içinden bu çıkıyor tertemiz öfkeyle,
yudum yudum giriyor içime hayat,
sensiz.
yarısı hep seni özlüyor,
yalan değil.

Ocak 05, 2012

- Profil -

Kafama dikiyorum hepsini
bitmiyor
bak, ben sarhoş olunca da düzgün yazabiliyorum,
ne de olsa gencim, güzelim.
gözlerim ağırlaşıyor ama,
yook,
ağlamıyorum.
artık ağlamıyorum.
bitti.
oyun oynuyorum çeşitli zamanlarda,
mutluluk böyle taklit edilebilen bir şey belki de,
ne bileyim.
çiçekler sevildikçe büyürmüş,
öyle diyor fd.
bir de gitme diyor,
ama sana diyor,
ben bir yere gitmedim ki.
sen de gitmedin belki.
amaaan
böyle mutsuzluklar benim için yapılmış
mutluluk bile veriyor bazen,
çünkü sen beni sevdin.
tek, yalın, basit bir sebebi var.
beni mutlu etmeye yetiyor, inanmazsın.
başım dönüyor ne biçim,
ama mutlu oluyorum,
sensiz gelmiyor hiçbir şey,
çok isterdim yanımda olmanı
ama yoksun diye de ölmeli miyim yani?
yok ben değil
romeo ölmeli.
kemanlar çalıyor kulaklarımda,
şaryoyla çekiyorum her planı,
hareket seviyorum ben,
chaplin'i de ondan seviyorum zaten.
son yudum.
son.
bu neyin son günü bilmiyorum
kimbilir.
belim ağrıyor, bacaklarım filan.
o kadar çok yürüdüm ki, günlerce,
o kadar ağır kaldırdım ki
fiziksel ağrılarım olunca diğerlerini unutuyor muyum sence?
yok.
unutmuyorum ama gülüyorum.
eğlenceli oluyordum ya hani,
sen yokken olamıyorum galiba.
olsun.
mutluluk dediğin,
atla deve değil ki,
ben hep mutluyum.
sen beni sevdin ya.
şimdi sevmesen de olur.
sancılar içindeyim, niye bilmiyorum.
ama iyi böyle olması.
başım dönüyor,
tıkır tıkır tıkır
ses yapıyorum
gece oldu
karanlık.
gece yalnızlığımı seviyorum
artık hiç ağlamıyorum
anlamaya çalışmıyorum artık öyle her şeyi
ne gerek var
biz birbirimizi anladık da ne oldu?
hem ben kendimi bile anlayamıyorum bazen.
biz aslında iki kişiyiz galiba.
şarkı da bitti,
içtiklerim de.
kalbim sıkışıyor ama üzüntüden filan değil.
sahip olduklarımdan,
elime geçen mutluluklarımdan,
şimdi belki elimde olmayan şeyler için bile
çok mutluyum.
uzun uzun yaşıyorum her şeyi,
kaçırmadan.
sindiriyorum
sen zaten hep vardın
istesen de yok olamazsın
hem ben şimdi gizlemek zorunda da değilim
seni sevdiğimi.
sana öfkelendiğimi.
seni özlediğimi.
kalbimi kırdığını.
ama biliyorum böyle olmalı.
kız çocuğu olabilirim
ama çocuk değilim.
senin için içimin taa içinden,
- bu laf nasıl söylenir ki -
dualar yolluyorum yukarıya.
kabul olacağını bilsem keşke.
içimdeki labirentin sonu yok,
yürüyorum da yürüyorum
duruyorum bazen
bakınıyorum bazen etrafıma
adım attıkça mutlu oluyorum
bacaklarım ağrıyor
yoruluyorum
uyuyorum.

Ocak 01, 2012

- Nergis -

Upuzun yürüdüm yollarda.
Kalabalık ve aydınlık caddelerden, karanlık ve terk edilmiş sokaklara,
çiçekçi kızdan çiçeklerimi alırken "üşüyor musun?" diye sordum,
"üşüyorum valla" dedi.
İyi seneler diledi.
Kucağımda çiçeklerim, burnumda muhteşem nergis kokularıyla yürümeye devam ettim.
Kendi kendime konuştum, itiraf ediyorum.
Başka bir şehirde tek başımayım sanki,
bilmediğim yollar değil ama,
sanki ilk kez yürüyorum.
Bu kokuyu içime ilk kez çekiyorum.
Derin nefes almak için bahane ettim belki de çiçekleri,
rahatlamış gibi hissetmek istedim belki.
Rahatlamadım ama.
Konuştum,
hep konuştum,
daha doğrusu konuştuk.
Ben ve diğer ben...
Uzun zaman sonra yeni yeni çatışmaya başladı içimdeki sesler,
anlaşmışlardı sen gelince,
seni çok sevmişlerdi,
hiç huzursuzluk yaratmadılar içimde,
ilk defa.
Ben belki o yüzden böyle çok mutlu oldum,
içimde kavga edenleri barıştırdın diye.
Şimdi yine didişiyorlar.

- Nedir ki yani, bunu mu dert ediyorsun, hayat böyle bir şey işte,
hayal kırıklarının toplamı hayat, birkaç zaman önce bu cümleyi yine tam burda
sen kurdun, şimdi neden aksi olsun ki?
Hem hak etmeyen insanlara bu kadar değer verme,
bak yine üzdüler seni,
sözlerini tutmadılar.
Üstelik sen söz ver bile dememişken kimseye,
kendi kendilerine, tutamayacakları sözleri verdiler.
Hani sen de tam bu yüzden kimseye söz vermiyordun ya,
hani bunu da değiştirmeyi başarmıştı ya,
al işte,
sonuç:
hayal kırıklığı.

- İnsan nerden bilsin ki verdiği sözü tutamayacak kadar kötü şeyler olacağını?

- Benim suçum ne peki?

- Elinde değildir, yapacak bir şey yok.

- Umrunda değildir, yapacak çok şey var.

- Anlıyorum ben üstelik, sus sen,
karışma, karıştırma kafamı.

Geçecek bu da. Bak ne derdi var o insanların,
Kafana taktığın şeye bak.
Yolda yalnız yürüyorsun diye..
Olacak iş mi bu şimdi?

Konuşa konuşa yürüdüm sokaklarda,
upuzundu, yağmur yağıyordu, bitmek bilmedi,
bitsin istemedim.
Islandım.
Çiçeklerimin kokusu yüzüme yüzüme vurdu ağlarken.
Salak gibi seviyorum ben sevdiğim insanları,
çok seviyorum, çok mutlu olsunlar istiyorum.
Olmuyor ki ben isteyince.

Uzun,upuzun yollarda yürüdük,
kahkahalar attık,
ben sana baktım, sarhoş oldum. Aşık oldum.
Ne gereksiz şey aşk.
Böyle kırıyor insanın kalbini,
kendi kendimi ordan oraya sürüklemek istiyorum,
nasıl inandım bu kadar güzel olabildiğine hayatın ve her şeyin?
Gözlerim nasıl kapandı, o kadar mı huzurluydum?
Yüzümdeki yaraları gizlemek için makyaj yaptım,
yüzüm yandı.
Hep güldüm, gözlerim doldu.
Yanımda ne işi var bu insanların?
Senin yüzünden değil,
benim yüzümden.
Bitti işte,
İçim nefret dolu,
ama ne yazık ki sana değil.
Hiç değil.

O kadar çok gülüyorum ki sonunda ağlamaya başlıyorum.
Makyaj yapıp güzel oluyorum,
görmüyorsun.
Makyaj yapıyorum ki daha az ağlayayım,
akmasın boyalarım,
kararmasın gözlerim daha fazla.
Hep yukarı bakıyorum,
içime akıyor bu sefer.
İçimden ağlıyorum,
gülüyorum sanıyorlar.