Ağustos 31, 2011

Ağustos Satırları II




İpler var her tarafımda. Ellerim, kollarım, dilim bağlanmış gibi. Ayaklarımdan, bacaklarımdan sarmışlar sanki, hareket edemiyorum. Gözlerim sabit. Kulaklarım az duyuyor, sesin çok derinden gelip duymak istediğim şeyleri söylüyor,
İnanamıyorum.
Hayal görüyorum muhtemelen, gerçek olamayacak kadar güzel cümleler duyuyorum, nefes alıyorum , ağrısız.
Neşeliyim bir yerlerde, hatırlıyorum. Hep güldüğüm zamanlar vardı, hep mutlu olabildiğim.
Yoruldum artık. Durmak istiyorum, o kadar kalabalık ki, yürümezsem daha kötü oluyor. Ayaklarım ağırlaşıyor artık zorlanıyorum yürürken.
Sürekli konuşan, kahkaha atan ya da bağırıp çağıran insanlar.
Bir kenarda kendi kendime susuyorum.
Kulağıma güzel sesler gelmeye başlıyor.
Uzağa gidiyorum.
Sen giderken.
Ben duruyorum.
Gitme diyorum.
Gidiyorsun.
Çabuk gel derdi dedem, kim giderse yanından.

Çabuk gel.

Ağustos Satırları I




Yine tanıdık insanlar var etrafımda. Senin bildiğin, benim gülümsediğim. Baktığımda seni hatırlatan, içimi ısıtan güzel insanlar...
Uzaklara dalıyor gözlerim, soruyorum,
Ne kadar uzak olabilir ki?
Şehirler kadar.
Yollar, upuzun.
Zaman, geçmeye devam ederken, ben sana mı yaklaşıyorum senden mi uzaklaşıyorum? Bazen bilemiyorum.
Özlüyorum.
Seni tanımayan yok gibi, bu şehir, bildiğim başka şehirlerden aklımda kalanlar, ruhum dolanıyor sürekli. Gece hiç bitmiyor, geçmiş hep özlenir mi?
Güneş, her şeyi aydınlatırken gece neden daha çok şey hatırlatır?
Sessiz hayat, hayalleriyle birlikte giriyor evime, elime bakıyorum, ellerini özlüyorum.
Yüzümde ıslak bir şeyler, rüzgar vuruyor yürüdükçe. Düşündükçe yürüyorum.
Üşüyorum.

Ağustos 18, 2011

- Bir -




Kalabalığın içinde içine kapanık satırlarım...
Hep başkalarıyla iç içe, ama hep yabani, ayrık.. Başka biriyim ben, herkesle iç içe, herkesin içinde, herkesten, ama kendini ayıran, yalnız halinden vazgeçmeyen ve ne olursa olsun hep tek başına kalan.

Yalnızlık; dünyanın bittiği yerde başlayan, dünya bitsin de başlasa dediğim. Dinlencem...

İki dünya içinde gidip gelen çift karakterli dediğiniz, ruhum...
Sıkılıyor kalabalıklar içinde sizinle olmaktan, yanaşamıyorum yanınıza, adımlarımı geri çekiyorum. Yemeğimi kendi kendime yiyip gözlediklerimi kendime saklıyorum.
Anlamıyorsunuz diye,
anlamazsınız sanıyorum.
Yüzünüze gülüyorum. Sanki her şeyi anlıyormuşsunuz gibi...
ama yok.
Arkanızı dönüp kostümlerinizi çıkardığınızı görüyorum.
Tüm bencilliğinizle size bakıyorum.
Görmüyorsunuz.
Akşam oluyor.
Ertesi gün.
Yine aynı.
Yine parlak.
Yine güleç.
Hayat hep kalabalık.
Ben yalın.
Yalnız.

Ağustos 16, 2011

- AY -




Gözlerinde bulut vardı hep, unutamıyorum.
Başını yukarı kaldırıp akmasın diye beklerdin öyle..
Ben gördüm.
Şimdi ben de başımı kaldırıyorum öyle, akmasın gözlerimdekiler, ama yukarı bakınca da seni görüyorum, çocukken öyle derlerdi ya, yukardasınız siz şimdi, hepiniz, çocuk aklımızla.
Ben hiç ağlamam sanırdım kötü haber duyduğumda, donup kalırım diye düşünürdüm en fazla.
Öyle olmadı.
Ne saçma hayat, ne için uğraşıyorum, bazen anlamıyorum seni düşündükçe.
Sen ne için uğraştın?
Yukarı bakmadan yazıyorum bu satırları şimdi ama görmüyorum da hiçbir şey.

Doğduğumuz toprakta mı öleceğiz sahiden?
Yok.

Upuzun yol gidiyorum yine, ayçiçekleri yok şimdi, kış diye.
Kış evet mevsimlerden, kış.
Ortası.
Buz gibi.
Bulutlu bembeyaz hava. Parlak. Işık ışık.
Gözlerim, başım ağrıyor.
Kulağımda hep aynı şarkılar çalıyor.
Ellerim hep aynı harflere dokunuyor.
Herkes ölür mü sahiden?

Kalbim ağrıyor.
Düşünemiyorum seni bile uzunca bir süredir, çok kırık kalbim,
cam gibi sanki.

Yorgunum.
Senin kadar olamam tabi.
Benimki de laf.

Sorsam, memleketine adım attığın geceyi, ikram ettikleri üç beş zeytini nasıl güzel anlatırdın şimdi.
İyi ki sormuşum o zaman.
Yine sormak istiyorum.
Ağlama ama anlatırken,
ben ağlarım.

Kimse seni hatırlamıyor mu artık yoksa onlar da benim gibi gizli gizli mi düşünüyorlar?
Benim gördüklerimi görmediler ama, şanslı mıyım şanssız mı onu bilmiyorum.
Gözümün önüne gelme o halinle.
O kadar duygusal olmaz ki koca adamlar, sen niye oldun?
İnsan, kardeşim beni aradı diye ağlar mı? Sen de yani.

Kocaman ellerin vardı, ıslanan yüzünü sildiğin.
Benim ellerim,
küçük...
Sen dedesin,
ben çocuk...

Ağustos 14, 2011

- Rüya -





Alışmadığım yerlerdeyim.
İlk defa görüyorum bu insanları...
Tanışma faslı...

Yeni yeni seyler giriyor hayatıma, hayatımı oluşturuyorlar isteyerek veya fark etmeyerek. Bakıyorum hep, nasıl insanlarla yaşıyorum, bana neler neler öğretiyorlar, beni nerelere götürüyorlar, ilk kez ne yaşıyorum onlar sayesinde?..
Aklım başka çalışıyor, başka şeylere yoruluyor. Soru soruyor sürekli.

Gözlerim hep seni arıyor.
Hayal mi gördüm diyorum, zaten yoktu ki? Bu insanlar da tanıdık zaten. Bu hayat, bu mekan... Her şey tanıdık. Alıştığım asıl ortam bu aslında. Evim gibi, mahallem gibi her noktası. Biz aile gibiyiz aslında.

Ee?..
Ben neden yabancıyım?
Ya da tanıdıklarım nerde?

Başka diller duyuyorum, anlamıyorum burda konuşulanları. İnanamıyorum insanlara, bu kadar sahte değillerdi, ne zaman böyle oldular?
Ben de mi öyleyim artık?
Ben de mi başka biriyim, kimim?

Yaz bitiyor.
Şaşkınlığım mutsuzluğum oluyor.
Zaman çok çabuk geçiyor.
Bir parçam hep bu mevsimde kalıyor.

Gözlerimi kapatıyorum.
Uyanıyorum.

Ağustos 09, 2011

- Tur -




Geçmiş ne garip.
Geçmişte yaşamak, geçmişi hatırlamak, an'da takılıp kalmak.
En büyük becerim ya da yeteneksizliğim bu sanırım. Dönüp dolaşıyorum, aynı yerlere gidip geri geliyorum. Ne değişiyor? Hiç.
Zaman, insanı değiştirip eski hallerine döndürmeye bayılıyor, oyun oynuyor resmen. Dalga geçiyor.
Ben de her seferinde kandırılıyorum.
Hep ikna oluyorum gitmeye, bazen pişman olarak, bazen mutlu olarak geri dönüyorum, bugünüme.

Her şey değişiyor, değişmediğimizi inatla, ısrarla tekrarlıyoruz.
Değişiyoruz, başka şeylere dönüşüyor içimizdeki her şey. Elimizde olmayan şekillerde ve oldukça hızlı biçimde.
Şaşırıyoruz sonra, böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkansızmış gibi.

Öyle değişik şeyler oluyor ki gözlerimi açıyorum kocaman kocaman. Hep o değişik şeylere bakıp inanmak istiyorum, gerçek olabildiklerine...
Ödüm kopuyor bir yandan, içim içimi kemiriyor, ya gerçek değilse diye. Dualar ediyorum gerçek olması için, o kadar inanılmaz, öyle hayali geliyor ki!
Nefes nefese kalıyorum, dilim tutuluyor şaşkınlıktan, ağzımı açamıyorum. Tek kelimem kalmıyor söyleyecek. Bakıyorum.

Sadece bakıyorum.
Gerçek misin diye soramıyorum bile.
Korkuyorum belki de gerçek olmasından? Bu kadar güzel şeyler varsa gerçekte, ya bir gün hayal olursa? Geldiği yere geri dönerse?
Bile bile düşünüyorum bunları.
Sonucunu bile bile yaşıyorum her şeyi, iyi dileklerle, yine de iyi niyetle.

Hayat!
Bana ne güzel şeyler verdin.
Beni nasıl mutlu ettin, kalbimi nasıl ağrıttın, nasıl uçurdun öyle yükseklere! -ki inemedim daha sarsılsam da-

Yaşayamadığımı düşünürken, yaşadığımı hissettirdin sen.
Kocaman gözlerim var benim,
seni hep görecekler,
hep bakacaklar sana.
Uzak kalacağım belki, belki çok yakınında olacağım elimi uzatamayıp, yine.
Ama zaman.
Beni sana getirecek her istediğimde, yolculuk hiç bitmeyecek geçmişe.
Zaman...
Şu an geçmiş olurken,
ben bir adım daha büyürken,
mevsimler değişirken,
içinde bulunduğum her şey bir gün değişecek olsa bile.

Aynı kalıyor geçmişteki kokular...

Ağustos 08, 2011

- Bulut -



Uyuyamıyorum.
Gözlerim kapanıyor ama yorgunluktan mı, mutluluktan mı bilmediğim bir zaman içi bu. Geçmiş zaman gibi, hiç gelmemiş gibi, yaşanmamış, olmamış, aynı zamanda her şey olmuş bitmiş, gitmiş gibi.
Rüya içinde rüya görüyorum,
nerdeyim ben?
kimim aslında?
En yükseklere çıkıyorum, denizler, bulutlar üstünde, havalardayım. Gözlerimi kapatınca düşüyorum, sarsılıyorum, kendime geliyorum, upuzun bir kuyunun dibindeyim, hep olduğum yerde. Hiç çıkmadım sanıyorum, boynum ağrıyor yukarıya bakmaktan.
Gözlerim kamaşıyor.
Uyuyorum.
Rüyamda seni görüyorum, kanatlarım varmış meğer, o filmdeki kız gibi kocaman olmasam da, hem her şey siyah - beyaz, hem inanılmaz, hem de gerçek. Aşağıya bakıyorum hep, midemde kelebekler... Başımı döndürüyor rüzgar. Kafamı karıştırıyor.


İç içe geçmiş, karışmış hayat!
Bazen tıkanıyorum, nefesim kesiliyor,
duruyorum.
.
.
.


Bazen deli gibi koşmak geliyor içimden, en uzağa.
Beni bekleyen senmişsin gibi.
Yalan oysaki.
Hep ben bekledim.
Şimdi neden duruyorum?

"Hava kurşun gibi ağır..."

Yarına bırakıyorum.
Erteliyorum.
Kanatlarımı mı sakladım?
Uyandım mı?

Sorularıma cevap veremiyorum.
Omuzlarım ağrıyor.

Ellerinin arasındaydı oysa.
Şimdi nerdeyim ki?