Aralık 24, 2010

- Kız Çocuğu -


"Hatırla o günü..." diyor Tanju Okan.. Mütemadiyen "geceler bitmiyor ağlıyorum artık" kısmını söylüyorum bugünlerde.. Gözlerim doluyor.

Gözümün önüne toplanmış eşyalar geliyor, senin eşyalarını ne yaptılar acaba?
En son ne yedin ne içtin onu düşünüyorum... Anlamsız evet. Ama böyle..
Ben hala inanmadığımı fark ediyorum, gittiğine, artık bu hayatta olmadığına inanamıyorum, hala. Kim böyle bir şeye inanabilir, açıkçası aklım da almıyor..
Kendimi terk edilmiş gibi hissediyorum. Hayattaki her şey beni terk ediyor, seni düşündükçe. Söylediğin şarkılar geliyor kulağıma, en acısı bu biliyor musun.? En çok o zamanlarda mı sana çok dikkatli bakmıştım acaba, en çok o zamanlarda mı mutlu olduğunu fark etmiştim.. Bilmiyorum.

Böyle işte.
Çok değişik şeyler yaşatıyorsun bana, yokluğunla. Aklımı kaçıracak gibi oluyorum, ellerim titriyor, midem bulanıyor, kontrol edemiyorum. Kabul edemiyorum.

Her şey öyle anlamsız, öyle değersiz ki ölümü düşününce...

Üç yıl oldu.
Adınızı unutmadılar, en azından öyle görünüyor. Yarın yine sizi anarak, bu çalışma koşullarının ne kadar insani olmadığını falan tartışacaklar. Çektiğimiz şeylerin süresi kısalsın diye..
Ama keşke sizin ömrünüzü kısaltmadan önce düşünebilselerdi bunu...
Biz de kol kola gidebilseydik yarın oraya..

Biz orda olacağız bu sefer.
Ben senin için orda olacağım.
Çalıştığım saatler o kadar umrumda değil, zaten umutlu da değilim bir şeylerin değişeceğinden.
Ama ben de ordayım.
Sana yakın olayım diye.
Olmadığını düşünürken tek başıma, aklım yerinde dursun diye belki de.


Zaman geçiyor çok çabuk...
3 yıl oldu bile. Büyümüyorsun artık...

Aralık 01, 2010

- Kırık -





Bu ağaçlar,
bu rüzgar sesi...
Dalgalar...
Hepsinin ortasında yapayalnızım. Hepsi üzerime geliyor..
Hangi ışıkla aydınlanmış olursa olsun, ürkütüyor kocaman yalnızlığıyla...

Dağılmış eşyalar, bu eskilik.. Eskiye dair her şey, uzaktan kulağıma ulaşan insan sesleri...
Bağırışlar, davetler, fısıltılar...

Korkuyorum yalnızlığımdan, her şeyi yapabilir o çünkü..
Güçlü..

Ama yaşadığımı da sadece yalnızken fark edebiliyorum.
Çelişkiler içinde hayat!
Eskilerle dolu...

Kırık dökük...

Kasım 17, 2010

- Küs -



Upuzun bir yolculuğa çıkıyor ruhum, geride ne varsa umursamıyor, peşine düşmüyor...
Üzülüyor her şeye,
kendisini de alıp gidiyor.

Söyleniyor kendi kendine... Bir şeyler mırıldanıyor sürekli.

"Mutluluğum... Derinlerde bir yerde her zaman. Hiç gün yüzüne çıkmayan,
herkese görünmeyen,
öyle ki kendime bile gösteremediğim bir mutluluk var içimde.
Herkesten, benden saklanan...
Yerini kedere, ve her daim hüzne bırakan.
Sevinçlerimi buruk yaşatan...
Sevinçlerimin içini burkan...
Mutluluk..
Gün yüzüne çıkmayan..
Güne-bakmayan..."

Eylül 20, 2010

- Esir 2 -


Yağmur..
Yıkıyor kanlarımı, öylece yatıyorum, kimsesiz.
Yalnız..
Yok..

Yok, ama kaybedilmiş değilim, ama bulunamıyorum da.
Bulamıyorum.
Öyle büyük bir savaştı ki bu, kendimi kendim yaraladım,
hiç acımadan.

Eylül 11, 2010

- Esir -



Büyük bir savaştan çıkmış gibiyim. Yığın yığın her yanım, yer yer yangından kararmış, yer yer yeşili solmuş.

Şaşkınım, yanıbaşımda duran insanlar... Dokunamıyorum.
Yorgunum.
Ama sakinim de artık, bitmiş savaş, dinleniyorum şimdi, elimi uzatamadan hiçbir şeye, bölünmüş, parçalara ayrılmışım. Ama hiç kimsenin parçası değilim..

Kimsenin değilim.

Temmuz 27, 2010

Soru - Cevap


Mutlu olduğunda ağlamaz mı insan? Mutluluktan da değil ama...
Mutluyken, öyle bir anda geliverse, mesela... Mutsuzluğun dibine vurmuş gibi ama mutluluğun doruklarında gibi de aynı zamanda...
Ağlanmaz mı öyle?

Çelişkinin en çelişki olduğu anlardan biri sanırım bu.
Mutluyum derken, kalbini ağlatmak... Neden?
Amaçsız, nedensiz belki...
Hem kuyunun dibinde oturuyorum, kalbim ağrıyor mutsuzluktan, hem çarpıyor kalbim, daha önce görmediklerimi görmüşüm gibi.. Daha mutlu olamazmışım gibi...

Hem ağlıyorum, hem seviniyorum.
Hem rüzgarlı, hem yaprak kımıldamıyor...
Hem düşüyorum, hem uçuyorum.

Mutluyum..
Mutsuzum..
Mutsuz..
Mutlu..
Mutsuz..
Nerdeyim, nasılım, ne anlatıyorum, neye ağlıyorum, neden gülüyorum?

Kalbimin bir tarafı sancılıyken, nasıl çarpıyor diğer yanı?
Gözüm neden yaşlı, diğeri mutluluktan kısıkken?...

"Ben hiç kimsem olmadan..."

Temmuz 22, 2010

- Yabancı -


Hayat başladı... Yine, en başından, bıraktığım her şeyi de yanında getirerek... En başından, yanlışlarıyla, olmazlarıyla, olmuşlarla...
En güzel dünyaları dünyama getiren hayat, en kötülerini de katarak bünyesine.. İşte, yine başladı...

Kabul ettiğim ne varsa, yeniden kabul ettiriyor şimdi bana. Ben bu oyunu daha önce oynamıştım diyorum, yok.. Olmuyor.. Baştan oynuyorum. Yeni kurallarla, yeni puanlarla, yeni yasaklarla...
Kıramıyorum kırdığım yasakları, durduğum yerlerde tekrar duramıyorum, yol alıyorum sürekli, kesintisiz.

Birini bitirince diğeri başlıyor arkasından, yaptığım her şey provaymış meğer, şimdi başlamış asıl oyun ve ben hiç ders almamışım. Hiç öğrenmemişim kuralları, geçti sanmışım.. Geçmemiş...
Şimdi yardımsız, tek başıma, hem tecrübeli bilinerek, hem aslında ilk kez deneyerek ilerlemeye çalışıyorum.

Bocalıyorum..

Korkuyorum..

Ne zaman başladı hayat? Ben nereye kadar prova yaptım?
Ben nerde yalnız kalmıştım? Kendimi nerde bırakmıştım? Nerde durmalıyım şimdi, neye hazır olmalıyım?
Bu defa kendimi nasıl korumalı, nasıl sevmeliyim?

Temmuz 13, 2010

- Koku -

Bazen o dükkanın kokusu geliyor burnuma.. Durup dururken..
Yağmur yağıyor, Yann Tiersen çalıyor, gözlerin doluyor...

Üzülüyorum...

Merak ediyorum...

Kapıdan girip sarılmak istiyorum ki, unut o an gözüne yaş getiren şeyi..
Ama yapamıyorum.
Gözümde yaşla öylece sana bakıyorum.
Elim kolum bağlı..
Başım omzunda..

Temmuz 04, 2010

Beklenmeyen


Tanımazsın ki sen beni... Adımı bilmezsin. Söyleseler, ilk defa duymuş olursun.
Ama ben seni tanıyorum. Adını biliyorum. Yüzünü.. Seni en çok seven, sana aşkla bakan, bana aşkla nasıl bakılırmış öğreten kadını tanıyorum. Seni biliyorum. Sizi...
Birbirinize bakışınızı... Aşkınızı...
Kıskanmıyorum hayır, yanlış anlama. Sevgiyle bakıyorum size, belki imreniyor olabilirim ama kıskanmaya kıyamayacağım kadar güzelsiniz siz...
Güzeldiniz...
Hala güzelsiniz.


Sen beni bilmezsin, ama ben seni biliyorum.
Seni en çok seven kadını biliyorum.
Sana bakışını...
Bir de hasta olduğunu biliyorum. Hastalığını...

Çok uzaklardan sana bunları yazıyorum. Kendimi, seni en çok sevmiş kadının yerine koyarak, onun yaşadığı acının yüzde birini bile yaşayamayarak belki...
Benim de kalbim ağrıyor ama onunki gibi değil elbette..
Arkanızdan bakıyorum şimdi...
Sen gittin.
Biz kaldık, seni en çok sevenler bir de...

Senin için bir şey yapamayacak olmam çok kötü. Üzgünüm.
Sen beni tanımasan da...
İyi uykular diliyorum.
Huzurla.


"Artık bu hayatta olmayan insanlar için dua etmekten başka bir şey yapamamak çok zor.. Çok saçma.."

Haziran 26, 2010

Uzak


Yalnızlığın en zor saati şimdi.
Bu hayatta en sevmediğim şeyle, kendimle baş başa, sana uzak...
Uzaktan sana bakıyorum.
Uzaktan baktım ya hep, bensizliğini izledim.
Ben yokken nasıl mutluluk oyunları yaptığını,
ben yokken nasıl "varsın" dediğini...

Hiç olmamışken kayboluşum...
Sonrası karanlık.. Hep öyle olmaz mı zaten?


Ben şimdi çok uzaktayım senden... Seni hiç bilmiyorum. Hiç tanımıyorum. Kokun yanımdan geçip gitse şimdi, anlayamam. Hiç duymadım çünkü. O kadar yakınında olmadım, parmaklarına dokunmadım.
Yanına kadar geldim, uzanamadım, uzatamadım elimi...

Benim yalnızlığım...

Sen mutlu ol diye susuyorum.
Aslında hayır.
Sen mutlu ol diye değil, ben mutlu olmayayım diye...
Senin kalbin kırılmasın, benimki varken.
Ben bu kadar hak etmişken bu yalnızlığı,
sana bir şey olmasın diye.

Ama bazen...
Hak etmiş olduğum her şeye rağmen..

Öyle işte...

Ben burdayım.
Sen yoksun.
Sana bakıyorum.
Ellerim yanıyor.

Haziran 07, 2010

Yağmurun Getirdiği


Dün hatırladım.
Sizin evin ordan geçerken.
Sen yağmuru seviyordun. Hatta ne çok tartışmıştık, ne kadar çabalamıştın bana yağmuru sevdirmek için...
Ben hiç sevmedim.
Şemsiye bile kullanmazdın, sırılsıklam olmak için bir damla düştüğü an dışarı çıkardın, sağanak, ahmakıslatan... Fark etmezdi.
Ben hala sevmiyorum tek bir damlasını bile. Gökyüzüne verdiği rengi dahi sevmiyorum. Sen seviyorsun diye nefret etmiyordum sen varken, seni mutlu ediyordu çünkü. Yüzündeki yağmur heyecanını görmek yeterliydi zaten.

Unutmuşum.
Bir anda aklıma geldi bu ve unuttuğuma şaşırdım.
Ben unutabildiğime inanmazken hakkındaki hiçbir şeyi, en önemli şeylerden birini unutmuştum işte.
Hatırladığımda sevindim mi?
Bilmiyorum.
Şaşırdım sanırım.

Bugünlerde yağmur yağıyor. Dünyanın ya da şehrimin hangi köşesindesin bilmiyorum, ama bugün burda yağmur yağıyor.
Ben yağmuru sevemiyorum.

Umarım mutlusundur.

Şarkı'n

Mayıs 31, 2010

~ Parti ~


Bitiyor mayıs...
Kutluyorum şimdi, bu hüznü;
gelip giden ya da gidemeyen ya da gelmesin diye dua ettiğim ya da ne kadar dua etsem de gelemeyecek diye kahrolduğum herkesi...
Bazıları bırakılıyor kilit vuruluyor kapılarına da, bazılarını hatırlamamak nasıl mümkün olabilir ki?
ben artık, gidenlere, gelmeyenlere, gelmeyeceklere üzülmemeyi öğreniyorum, sayenizde...

Artık biliyorum, "hayatın en büyük trajedilerinden biridir bu " demişti, Dr. House, "bir şeyler değişir."

Bir şeyler değişti.
Kabul ettim.
Varlığınızı inkar etmiyorum, orada olduğunuzu biliyorum fakat, aldırmıyorum size artık. İyi ki vardınız. Neyse ki artık, yoksunuz.

Kutluyorum, öğrendiklerimi, istediğim gibi yapabildiğimi gördüğüm her şeyi, kendimi...
Çünkü ben her ne kadar sevemesem de kendimi, aynaya bakmaya korksam da, o kadar da kötü olmadığıma inanıyorum bazen...

Kutluyorum, bana öğrettiklerinizi, gösterdiklerinizi, paylaştıklarınızı, ve sizi...
Benim gibi olabildiğinizi gösterdiğiniz için, adınızı bilmesem de yalnız olmadığımı hissettirdiğiniz için.
Biliyorum ki eşlik ediyorsunuz bana, katıldığım her konuda, isyan ettiğim her şeyde. Yalnız değilim o kadar da.
Hayatın bana verdiklerini kutluyorum.
Şansımı...
Güzel insanları hayatıma sokan şansımı ve onları hayatımda tutmayı başarabildiğim için kendimi.
Güzel insanların yaşına gelişimi kutluyorum,
kalbim ağrıyor ama.
Ben şimdi senin yaşına geliyorum, senin kadar oluyorum.
Bak Tülay'cım, iki yıl geçti,
ben büyüyorum.
Her gün yeni insanlar tanıyorum, her gün bir şey daha görüyorum. Herkes gibi elbette.
Ama sana söyleyemiyorum.
Seni de söyleyemiyorum.

Bahar geliyor, geçiyor, doğum günümü kutluyorum bak, ikinci kez sensiz.
Bir mum da senin için üflesem, rüzgarımı duyar mısın?

Kutluyorum, mutlu olmalıyım artık. Önce inanmalıyım.

Bugün bitmeli.
Yaz gelmeli.
İyi ki doğmuş olmalıyım.
Ama önce yazın gelişini kutlamalıyım!

Mayıs 29, 2010

Kırmızıların En Kırmızısı


Bunun adı yaşlanmak mı, yaşının farkına varmak mı, büyüme klişesi mi?
Hepsinin sebebi bahar mı?
Yaz yaklaşıyor diye mi?
Kalbim güneşle birlikte mi canlanıyor yoksa gerçekten uyandırabilen şeyler mi var?
Kapılar açılıyor mu güneş her ısındığında?
Yoksa ben anahtarımı mı kaybediyorum, bilerek mi bırakıyorum çimlerin üzerine?

Kendime yasaklamışken her şeyi, hangi güçle açılıyor o kapılar? Hangi cesaretle? Kendime öğrettiğim her şeye karşı mı geliyorum? Karşımda ben mi duruyorum şimdi? Kendimden izin mi alıyorum? Kendimle mi çelişiyorum?

Elimde değil. Bir gün hayal kırıklığıma geri dönecek olsam da bunu bile bile düşünmeden duramıyorum. Hayal kurmadan yapamıyorum. Uyusam, rüyamda görür müyüm demeden kapanmıyor gözlerim.

Yaz geliyor. Bütün kurallar diğer çocuğun kuralları oldu şimdi, içimdeki. Ben artık ikincisini mutlu etme yoluna giriyorum galiba... Hala bir yanımda çelişkiyle, mutlu olmalı diyorum.

Şimdi inanmak istiyorum.
Mutluluğa,
umuda...

Kapıyı çalanlara "hoş geldin" demeye gidiyorum, eskimiş her kapıya kilit vurarak.

Mayıs 27, 2010

Kontrol


Kırgınım ben.
Kendime.
Nasıl böyle bir şey yaptım?
Nasıl izin verdim ya da fark etmedim,
bilmiyorum.
Bilmeliydim.
Her istediğimi anlatamayacağımı,
herkesi ikna edemeyeceğimi,
herkese istediği şeyi veremeyeceğimi,
bilmeliydim.
Mutsuzluklarım kendimeydi,
mutluluğum gibi.
Görünenin arkasında, kocaman bir bencillik saklıydı.
Keşke bunu görebilselerdi.
Ben artık, bazı şeylere karar vermiş olsam da,
bunu yapabileceğimi sanmıyorum.
Dünya ne kadar garip bir hal aldı şimdi.
Ya tamamen açılacaksın onlara,
ya da kimse tanımayacak, bilmeyecek,
öyle yaşayacaksın.
Senin hayatın bir gazete gibi,
insanlar editör sanıyorlar kendilerini,
okumak istemediklerini yazdığın zaman,
çöp kutusuna göndermek istiyorlar.
Tek tuşla kontrol edebiliyoruz hesaplarımızı,
hayatlarımızı, hatta hayatlarını...
Ama artık kendimize gelmeliyiz,
üstünü örttüğümüz, "yoksay"dığımız şeyler -biliyor musunuz- aslında var.
İsteseniz de istemeseniz de.
Hayat işte bazen bu kadar küçük.
Kendi dünyamızı başkalarına açarken, işgal etme hakkı da veriyoruz yanında.
Ama -biliyor musunuz- öyle değil.
Bazı insanların bazı hayatlarda, bazı hayallerde hiç işi yok.
O zaman neden?

Mayıs 24, 2010

B i t t i

Çok değişik be bugün. Yani yazmasam olmazdı, düşünmesem hiç olmuyor. Bir insanı gönderirken hayatımızdan, sonra onun olduğu dönemi nasıl anıyorsak, özlüyorsak o zamanki kendimizi, bunun da farkı yok.
Bir dönem bitiyor bugün. Bunun ilginç olan kısmı, buna hazırlanmaya fırsat bulmuş olmamız. Beklenen bir şeydi, sürpriz olmadı, sonradan fark etmedik. Farkındayız ve hangisi daha kötü bilmiyorum. Bir anda bir şeyin bittiğini fark edip şaşırmak mı, yoksa bitişine hazırlanmak mı?

Dünyada efsane olmuş, insanlara, bize, ufacık gibi görünen hiçbir şeyin aslında ufacık olmadığını, görünenin arkasına bakmayı düşündüren, öğreten bir şeydi bu, tarihte.
İnsanlar ders çalışmaya üşenirken, sayfalarca kitaplar okuyup, araştırmalar yapıp teoriler ürettiler.
İnsanlar büyüdü bir diziyle.
Gençliklerine, tarihlerine bir işaret oldu, evet oysa sadece bir diziyken.

Bugün, her şeyin sonunda olduğu gibi yine hüzün var. Benim için o kadar da hayati mesele olmamasına rağmen üstelik, panik yapıyorum, olmaz olan olmuş gibi.
Bir alışkanlığımızdan vazgeçmek zorundaymışız gibi, bir şeyi beklemeye odaklanmış hayatlarımız değişecek şimdi.

Bir bağ kopacak, geçmiş zaman olacak altı sene.
Bugün Lost bitecek.
Her güzel şey gibi.

Mayıs 23, 2010

- Sürpriz -


Bu hayat bazen öyle tuhaf ki... Rotayı bir anda bir çeviriyor, hiç aklınızda olmayan bir yöne, bilmeden, ama iyi bir şeyler olmasını dileyerek yol alıyorsunuz. Mecbur olduğunuza inanarak. Bazen -hep olduğu gibi- umudunuzu kaybediyorsunuz, güveniniz sarsılıyor, canınız sıkılıyor, sonra unutup devam ediyorsunuz ve hiç aklınızda yokken bunlar, hayattan artık çok büyük şeyler beklemezken...
Bir şey oluyor. Aniden...

Sonra bütün kararlarınız, çokküçükken aklınıza ya da kalbinize takılan ufak bir şey, şimdiki hayatınız ve karşınızdaki, şimdi size bunları düşündüren...

"Hayat işte... İşte hayat." deriz hep, şaşırtır, gittikçe kötüye, daha derine indiğini sansanız da, gittikçe güzelleşmiş olduğunu fark edersiniz o an.

Ben çok küçüktüm. Seni televizyonda gördüm. Masmavi gözlerin vardı, upuzundu boyun da, biliyordum. Hep derdim ki, "bu adam iyi olmalı, yüzünde hiç çirkin bir şey yok." Gözlerinin parıltısını görmüştüm, evet televizyonun başından.
O, hep izlenen magazin programlarında yerin yoktu, kızardım. Seni nasıl görecektim ki başka?
Arada sırada adını yakaladığımda mutlu olurdum işte. Ama ben seni hep sevdim, onlar seni çok konuşmasalar da...

Sonra fark ettim ki, bu iyi bir şeymiş aslında. Senin adın olur olmadık yerlerde değil, olması gerektiği yerlerde geçmiş hep.

Ben artık büyüdüm, o zamana göre. Bir gün okul bitti. Bir gün işe başladım. Bir gün o iş bitti. Sonra başka bir işe...
Bir sabah uyandım, işe geldim ve seni gördüm. Televizyondan, gazeteden ya da dergiden falan değil. Bu sefer karşımdaydın ve ben işte az önce anlattığım hayatın tanımını yaptım.

Hayat işte dedim, işte hayat.

Tahmin edemeyeceğim, hayalini bile kurmayacağım bir şey bu. Hala mutlulukla gülümsüyorum. Çünkü benim o zamandan beri hakkında inanmış olduğum hiçbir şey, yanlış değildi. Hayalkırıklığı değildi gördüğüm, gözlerinin parıltısına bu sefer gözlerimle şahit oldum. Bu bana en güzel sürprizlerden biriydi bu dünyada...

Bugün yirmiüç mayıs. En sevdiğim ayın yirmiüçüncü gününü, seni benimle karşılaştıran her adımı, her detayı kutluyorum.

Bugün senin doğum günün. İyi ki varsın hayatımda. - Burak HAKKI -


=)

Mayıs 22, 2010

Sana - Benden


İşte yine...
Yine bitiyor mayıs. Başım dönüyor, bir yıl daha bitiyor.
Ve işte yine sen..

Halbuki söylediğin her şeyi yaptım. Konuşacak çok şey var şimdi. Chaplin filmlerini de izledim. Sonunda... Büyük bir heyecanla hatırlamalı ve sana böyle kocaman gözlerimle anlatabilmeliydim, o herkesin sanal ortamda paylaştığı sahneyi ve şikayet etmeliydim sana, onları... "Herkes paylaşıyor bunları ama hiçbiri de vazgeçmiyor fesatlıklarından? Kardeşlik diyorlar, sevgi diyorlar ama kendi bünyelerine kattıkları hiçbir şey yok? Hani? İzlettin bu filmleri bana, şimdi sevinemiyorum.

Bir şeyler fazla geliyor artık, bu kalemin mürekkebi de fazla, senin böyle olmayışın.... Arkadaşlığının zerresi yok şimdi hayatımda.

Ben her zamankinden daha yalnızım, mayıs yirmiüçüncükez biterken...

Mayıs 21, 2010

Beni Unutma


Korkuyorum... Unutmaktan. Bir günden korkuyorum, o günün gelmesinden. Hayatın bana getireceği en korkunç şeyden. Aklımdakileri tutamamaktan, bir gün bu satırların bile bana ait olduğunun farkında olmamaktan...
Kendimi bilmemekten, başkalarının aklına ve hatırlatmalarına boş boş bakmaktan... Saçmalamaktan...

Anlatamadıklarımı yazıyorum, hep de yazdım, içimde bırakmamaya gayret ettim, ama artık kolay mı etkileniyorum gördüklerimden? Unutanların hayatında hiçbir şey olmamak mı artık beni böyle düşündüren?

Günler geçiyor. Dünya küçücük olmaya başlıyor, hızlanıyor, panik yapıyorum. Son güne kadar sınavına hazırlanmamış öğrenci psikolojisi mi olacak hissettiğim yoksa zaten boşluğa düşmüş mü olacağım?

Kendime mesaj yazmak işime yarar mı? Bir gün bu satırlar beni bulur mu?

"Çok uzaklardan bir telefon gelmiş bugün sana, çok şaşırmışsın, çok da sevinmişsin. Şarkılar yolladığın, maviliklerin üstünde gezinen çook uzaklardaki kahramanının sesini duymuşsun. Özlem sevinçle karışmış sesinde, sesiniz titremiş, çok şey anlamışsınız, çok şey anlatmışsınız kısacık zamanda.

Unutmamış seni bak. Sen de unutmamalısın o zaman. Bak şimdi aynaya. Sensin o. O kadar çok şey oldu ki hayatında ona dair, o kadar çok şey anlattın ki, dinlediğin gibi... Bak hala sen varsın aynada, kendini hatırla. Kimseyi hatırlamıyorsan..."

Mayıs 14, 2010

Beklenen


Öyle bir şey ki bu tarifi imkansız. Yani ben şimdi anlatmaya çalışacağım kimse anlamayacak tam olarak bu duyguyu biliyorum. Ama belki de, ne bileyim o kadar da zor bir şey değildir bunu anlamak. (Çelişki?)

Bugün mayısın ondördüncü günü. İkibindördün ondört temmuzunda tanıştığım -(aslında tarihlere bu kadar takıntılı değilim ama bazılarını hiç unutamıyorum)- arkadaşım, aynıyılın sekizağustosunda bana bir film verdi. Yaz tatilinin sıkıcılığı içinde birbirinden saçma filmler izlerken bu film bir devrin kapanmasına sebep oldu. Çok da iyi oldu.

"Bir film izledim hayatım değişti" klişesinde olmadım hiçbir zaman, kendimi özdeşleştirdiğim falan da yok hayali bir karakterle ama işte çok çok başkaydı. Çekmek istediğim fotoğrafların rengi böyleydi, yürümek istediğim sokaklar bu filmdeki sokaklar gibiydi, hayatım boyunca dinlemekten bıkmayacağım müzikler, bu müzikleri yapan adamın besteleriydi.
Ne zaman mutluluktan enerji dolu olsam, ne zaman kendimi yalnız hissetsem, ne zaman ağlamak istesem, kendimi ödüllendirmek istesem, hep bu filmi izledim. Çok izledim, çok dinledim. İşte ben seninle böyle tanıştım. Ne var ne yoksa dinledim sana dair, olay film müziklerinde değilmiş, sonra gördüm ki aslında hayata besteler yapıyormuş bu adam. Yağmurda, güneşte, mutlulukta, yalnızlıkta, kalp ağrısında, sevinçte, dansta, hüzünde, deniz kıyısında, toprak yolda, kendinizde olduğunuz, yaşayabildiğiniz her saatte, bu adam yanınızda yaşadığınızı fark ettiriyormuş.

Tanıştırdım seni herkesle, "benden çok sevmeyin ama" diye uyardım, öyle benimsedim ki çevremdeki insanların da aklına senin isminle gelir oldum zaman zaman. Tutkuysa tutku, aşksa aşk, böyle bir şey olmalıydı, hayatımın fon müzikleri gibi...

İnsanların listeleri vardır ya, ölmeden önce yapmak istedikleri mutlaka yapmak zorunda hissettikleri, gerçekleştirdiklerinde gözlerini arkada bırakmayacak şeyler... Benim somut bir listem yok ama hep çok istediğim şeylerden biriydi, senin karşında olmak, seni dinlemek. Bunun için bir gün ülkene gelmem gerekse bile bu benim hayalimdi. Şimdi duydum ki, sen geliyormuşsun benim şehrime. O gün gelene kadar ölür müyüm, ya da kocaman aksilikler olur mu, ya da sen vazgeçer misin bilmiyorum. Ama şimdi, şu an, yıllardır beklediğim şey sayılı güne düştü. Bu haberden sonra hayat daha güzel.

Amelie Poulain, Yann Tiersen'ine kavuşuyor.

Bu da burda kutlama şarkımız olsun.

Mayıs 12, 2010

Kutlama


Siz de sık sık kendinizi düşünüyor musunuz? Bencillik ya da kendine acımak şeklinde değil de, yaptığınız hataları mesela? Ya da yapmış olabileceğiniz? Yaptığınız her eylemin, söylediğiniz her kelimenin her zaman arkasında durup arkanıza bakmıyor musunuz yoksa? Biri size bir şey söylediğinde, sonradan ne demek istediğini düşündüğünüz oluyor mu? Öyle, o anda mı kalıyor yoksa?

Kendinize kızıyor musunuz hiç yoksa her dediğiniz doğru mu?
Hiç haksızlık yaptığınızı düşündüğünüz ama geri dönmediğiniz oluyor mu?
İki tarafta da bulunmuş olmanız elbette muhtemel. Kendi açımızdan bakınca her şeyin açıklaması ya da bahanesi var. Bazen de bencillik işte, deyip çıkıyoruz işin içinden. Gönlümüz ne kadar rahatlıyor değil mi?
Benim rahatlamıyor.

Dünyanın en bencilce davranışlarını, kocaman bir soğukkanlılıkla gerçekleştirdiğime inanırsam, onu düzeltene kadar rahat olmuyorum. Ama sorun bu değil.

Siz hiç kendinizi affettiniz mi?
Size haksızlık yapan insanları affettikten sonra, kendinizi aptal gibi hissettiğiniz her an için kendinize iyi davrandınız mı? Sırtınızı sıvazlayıp, "olur böyle şeyler" dediniz mi, kendinize?

Ben demedim.

Siz unuttunuz mu hayatınızın en güzel noktasına gelip yerleşiveren sonra da hiçbir şey olmamış gibi giden insanları? Affettiniz mi onları? Evet, bazılarını siz gönderdiniz, biliyorum, öyle olması gerektiğinden. Öyle olması gerekmeyip de sizi yarı yolda bırakan arkadaşlarınızı unuttunuz mu? Onları anladığınız gibi kendinize anlayış gösterdiniz mi?

Ben göstermedim.
Her şeyi anladım, her şeye şans verdim, yepyeni şeyler öğrenmeye baktım, yeni renklerle mutlu oldum, değiştirdim bazı şeyleri, bazılarını olduğu gibi bıraktım, gidenleri anladım, haksızlık yapanları, saçmalayanları... Herkesi anladım, dünyanın en anlayışlı insanı oldum, en saygılı, en yargılamayanı... Ama affetmedim kendimi sizi affettiğim gibi, anlayamadım, sizi anlayabildiğimin yarısı kadar, anlamış olsaydım, şimdi sizi sevdiğim kadar biraz da kendimi sevebilseydim, kendimi yargılamak yerine sizi yargılayabilseydim, kendime iyi davranabilseydim sizden önce, kendime güvenebilseydim size güvendiğim kadar, size hak verdiğim kadar kendime haksızlık yapmasaydım, yakıştırabilseydim kendimi kendime, sizi hayatıma yakıştırdığım kadar... Size verdiğim değerin yarısını kendime verebilmiş olsaydım...

Şimdi daha sakin, daha iyi niyetli olabilirdim aynaya bakarken.

Siz hiç kendinizi suçladınız mı?
Siz unuttunuz mu yaptıklarınızı?

Ben unutmadım.
Hiçbir şeyi unutmadım ama yoruldum da hatırlamaktan. Sizinle yaşamaktan yoruldum, bana getirdiğiniz her şeye sahip çıkmaktan, saklamaktan, sizin için önemli olan her şeyi hatırlamaktan ve bilmekten yoruldum.

Bir türlü gidemeyişinizden -aslında- sıkıldım.
Hayallerinizi, tebessümlerinizi bilmekten... Doğumgününüzü hatırlamaktan...

Mutlu yıllar şimdi! İyi ki vardın! Bu da hediyen.

(FCY)

Mayıs 11, 2010

"Dünyanın en güzel..."


"Dünyanın en güzel..." diye başlayan cümleler kurmayı kimden öğrendim? Senden. Özgürken, sevgiyken...
Dünyanın en güzel yemeklerini yerken, dünyanın en güzel yollarında gezerken, dünyanın en güzel şehrinde, dünyanın en güzel manzarasında, dünyanın en güzel gülen, dünyanın en güzel 'yaşayan' insanıydım ben.

Dünyanın en iyi insanı benim arkadaşımdı. Dünyanın en çok şey bilen insanıydı. Gözümde...

Sonra, dünyanın en olmaz şeyini isteyen insan oldun sen, dünyanın en çabuk değişen, en mantıksız kararlarını veren... Dünyanınn en anlaşılmayan insanı...

Her şey en yüksekteyken bir anda nasıl yerle bir olabilir? Bir hayat bu kadar kısa sürede nasıl değişebilir? Değişiyormuş. Bunu da sana bakarak öğrendim.
Hala öğrendiğim şeyler var. Bir insanı severken neyi yapmamam gerektiğini gördüm sayende. Teşekkür etmeliyim.

Hala alışamadım, hayatımdan birilerinin çıkmasına... Kendim tercih etmiş olsam da, olması gereken bu olsa da... Büyüdükçe çoğalıyor ya hayatında insanlar, daha da büyüdükçe azalmaya başlıyorlarmış. Bunu da aslında biz seçmeseydik. Sadece ölüm olsaydı insanları hayatımızdan çıkaran, böyle olmazdı.

Kendimizi koruyalım derken aslında zarar veriyoruz, insanca. Sen yoksun diye ben kendimi korumuş mu oluyorum şimdi?

Yarattığın huzursuzluğun haddi hesabı yoktu, şimdi kendime haksızlık da etmeyeyim. O günler geldikçe aklıma saçmalama, diyorum. Aynı şeyler olacaksa hiç çıkma karşıma. Aynı şeyler olacak biliyorum. Değişmemiş olduğuna şaşıracağım bir de, böyle devam edecek sanırım hep.
Kabul etmek lazım.

Dünyanın en kabul edilebilir gerçeğisin sen. En değişmez...
Artık bırakmam lazım, dünyanın en güzel manzarasına tek başıma bakmam lazım. Seni düşünüp gülümsemeden.

Mayıs 10, 2010

"Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?"



Bazen her şey bir anda olsun bitsin isterken, isteksizce gerçekleştirirken rutin işleri gün içinde, bazen canınız hiçbir şey yapmak istemediğinde bunu bile düşünmek istemezken, özlemekten sıkılıp yine de bir yandan beklerken...

Neden bu kadar zorlaşıyor, neden "mutlu olmak varken", güneş batmadan gülebiliyorken, insanların yanında "normal"ken, yalnız kalınca neden bu kadar zor ve sıkıcı? Bu kadar sakin? Karışık ve güvencesiz..?

Ben seni özledim. tek açıklaması bu. Bütün olmazlığına rağmen, bütün mantıksızlığına rağmen, sana rağmen, yaptıklarına rağmen, yapmayacaklarına rağmen... yaptığımız her şeyi özledim. Laf geçiremiyorum, bu durumu erteleyemiyorum, iptal edemiyorum, kabullenemiyorum da...

Mutsuzum. Sen yoksun diye değil, hatta sen yoksun diye huzurluyum da, ama galiba yaramaz çocuğum ben şimdi, seni özlerken. Laf dinletemiyorum, yoktan anlamıyorum. Gözlerim bir zamanlar senin yaptığın gibi, olabileceğin yerlerde seni arıyor, tabi ki bulamıyor.

Tesadüf olsun istiyorum, olunca kendime ne yapacağımı merak ediyorum. Şimdilik zor bu hayat böyle... Sen yoksun diye değil, keşke hiç olmasan, keşke aklıma hiç uğramasan, hiç özlemesem, düşünmesem...

Gözlerimi kırpmak bile istemiyorum.
Seni görmek istiyorum ben bu kadar işte. Tüm derdim bu değil ama, istiyorum. Beni unuttun mu? Gerçekten beni hiç düşünmüyor musun artık? Aklına gelmiyor muyum? Sen neden aklımdasın o zaman? Neden her yerde karşıma çıkmandan korktuğum zamanlar şimdi çok geride? Neden her yerde seni arıyorum?

Çık git hayatımdan demeye gücüm yok. Ben artık güçsüzüm galiba. Belki artık daha küçüğüm? Ama ağlamıyorum işte, saklıyorum, sakinim, soğuk kanım... Aramıyorum bak, telefona sarılmıyorum.
Belki yanındakine ihanet etmek istemediğimden? Belki o olmasa bu kadar dayanamazdım.

Aklıma gelmediğin gün, karşıma çıkacaksın. O zaman ne yapacağım?

Mayıs 09, 2010

Ayna



Ne zaman vazgeçeceksin? Ne zaman rahat bırakacaksın kendini?

Sen seçmedin mi bunu? Sen istemedin mi? Yalnızlığı, onlarsızlığı? Şimdi arkalarından bakmak neden? Özlediğini sanıyorsun, ama kurtaramadın kendini... Özlemiyorsun ki sen, özeniyorsun. Herkes gibi olmaya, onlar gibi mutlu olmaya özeniyorsun. İmkansız olduğunu bile bile... Kendin kadar iyi bildiğin bir şey bu, mutsuzluk var içinde, hayatında, aynanda. Başkaları görebilecek kadar yakınlaşınca kaçmaya başlıyorsun. Görsünler bırak, mutsuzluğunu da çirkinliğini de görsünler, aç kapıyı, ama artık kapatma. Açar gibi yapıp kandırma kimseyi, çık ortaya "mutsuzum" de, "çirkinim" de. Ama söyle. Yaklaştıkça sır olma, yok olma. Kaybolma ortadan. Kaybolacaksan da geri gelme bir daha. Sorma neden diye, "sen" çünkü cevabı. "Çünkü sen."
Nedeni sensin her şeyin, başkalarını bırakıp gittikçe kendi kalbine saldırdın, hep kendini kırdın. Geri gelme artık. Bakma arkana. Bıraktıysan bırak. Unut. Yeter, düşme kendi peşine, kimseye bakma, arkada kalsın. Yaşa, bırak yaşasınlar. Mutlular işte, sen sadece kendini mutsuz ettin. Onlar toparlandı, sen kalkamadın.

Uzatmayacaklar ellerini, uzatsalar da sen bırakacaksın tekrar, gideceksin. Aynı hayatın içine girdiğin anda kaçacak delik arayacaksın, nefes alacak boşluk...

En yükseğe çıkmışken, boşluğa bırakacaksın kendini. Yeni baştan, en baştan... Yine aynı kötülükle...

Yeter artık, bak aynaya, kendine. Başkası yok orda sen varsın. Başkası olmayacak, olabileceğini hayal edeceksin sadece, yine bildiğini okuyacaksın.
Bakma arkana artık, büyümeye bak. Karşındakini sev önce, bak aynaya.

Kırma kalbini artık, bırak önce başkaları kırsın.

Mayıs 07, 2010

Kırmızı & Siyah



Devam et. Devam et, herkesi üzmeye, onu üzmeye devam et. Haksızlık yapmaya devam et, kendini kapatmaya. Hiç deneme anlatmayı, hiç bakma yüzüne, hiç inanma anlayabileceğine, anlayabileceklerine. Herkes sen gibi değil çünkü evet, herkes yargılar, sen yargılamazsın. Sen hep en iyisini bilirsin. Senin gibi bakmaz kimse olaylara, senin gibi anlamaz, o da anlamaz, anlatma hiç kimseye derdini, derdin de yok ki senin zaten. Her şeyi tek başına yaşa, kendinle yaşa, kendinle konuş, parmaklarınla konuş, kalemlerinle anlat. Kimse bilmesin, kimse elini uzatamasın. Yalnız kal. Hep bunu yaptın zaten, hep buydu asıl ustalığın, hep sendin her şeyin sebebi ve sonucu. Üçüncü kişi giremedi hiç, sokulamadı hayatına, ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, dinleyemediler seni, sen gibi. Anlatmadın çünkü. Korktun. Korkak.

En iyi sen değerlendirirsin, en iyi sen yargılamadan dinlersin, tabi. Başkalarıyla her şeyi paylaş ama kendini hep kapat. Konuşma. Sus. Yaz. Kimse okumasın. Kimse bilmesin. Kimse duymasın. Ama herkes anlasın. Aklını okusun. Hissetsin. O kadar kolay çünkü... Anlayınca ne olacak hem, ne çaresi?

Gönder herkesi, uğurla. Yalnız kal. En çok bunu yapabildin zaten. En çok kendinle mutlu oldun, kendinle kavga ettin, kendini cezalandırdın, kendine bakmadın, kendini düşündün, kendini yargıladın, kendini mutsuz ettin, mutlu oldun ama kendini mutlu etmedin. Başkaları hiç yakınında olmadı. Halbuki izin versen... İzin verseydin...

Kötüsün işte, kendine kötülüğün. İkiyüzlülüğün, acımasızlığın kendine. Sevgisizliğin, yargıların kendine. Kendini sevdiğin gün düzelecek her şey, ama onun farkında olsan da umursamayacak kadar kötüsün.
Her şeyin kendine. İnançsızlığın, güvensizliğin, nefretin. Nasıl böyle oldun bilmiyorum, nasıl uzaklaştın bu kadar kendinden, nasıl tanıyamadın, nasıl sevemedin?

Her şeyi kıpkırmızı yapabildin de kendin neden/nasıl siyah kaldın?

Mayıs 06, 2010

Hıdrellez




Her yerde bir "Arrinconamela" havası, her köşede ayrı bir mutlu insanlar topluluğu... Sanki kimsenin derdi yokmuş gibi, sanki herkes yarın da bu kadar mutlu olacakmış gibi... Elinde enstrüman olan herkes Tony Gatlif filminden fırlamış gibi...

Normal zamanda göz göze geldiğimizde "neden bakıyorsun" diye sert bakışlar gönderebileceğimiz insanlara, şimdi gülümseyerek bakmamızın sebebi kostümleri mi? Çimlerde oturmaları mı? Tek bir sebebi var işte, bugün, mayısın beşi olması. Bugün herkesin birbirine gülümseyerek baktığı, saçının rengine ya da giydiği kıyafete göre yargılayarak bakmadığı tek gün. Hangi bayram birbirini tanımayan insanları bir araya getirebiliyor, hangi bayram sinirli insanların sinirlerini alıyor?

Bugün insanların birbirini sevdiği tek gün gibi.



Mayıs 04, 2010

Gidenlerden Gidenlere



Burası Caddebostan sahili... Günlerden pazartesi, hava bulutsuz, mavi, güneşli... Bugün mayısın üçü...

Çok kalabalık değil şimdilik, hatta fazlasıyla sakin... Kitap okuyanlar, güneşlenenler, bisiklete binenler ve rüzgar... Adalar'ın denizle birleştiği yer puslu, deniz gökyüzü gibi masmavi, sakinliği tanımlar gibi o da.

Ruhum bugün her yerde dolaşıyor. Şimdi senin bulunduğun yere çok yakınım, biliyorum. Bana güzel şeyler hatırlatıyor böyle havalar ama hüzün de hep olmak zorunda değil mi?
Söylediklerimi duy, kendini yalnız hissetme. Biliyorum ki aynı maviliğin üzerindesin ve aklında buralar var. Rüzgarla şarkılar yolluyoruz sana, duyabilirsin.

Bazen hayatımdan çıkarmak zorunda kaldığım insanları çok özlüyorum ve onlara çok kızıyorum. Ne olurdu istediğim şekilde kalsaydınız, kalabilseydiniz yanımda? Ne olurdu benim sevdiğim gibi sevebilseydiniz, yetinerek... Bunu istemek de bencillik mi?

Bazen sizi çok özlüyorum, ne olursa olsun bir kez sesinizi duysam diyorum. O kadar fazla gidiyor ki elim telefona, ayağım kapınızın önüne o kadar çok gelmek istiyor ki, zor dayanıyorum. Ama dayanıyorum. Biliyorum ki yine istediğim gibi bakmayacaksın bana. Biliyorum ki birkaç gün hasret giderip, bu özlemin verdiği heyecanla, mutlulukla birlikte olacağız ama sonra yine aynı olacak. Başka şeyler olsun isteyeceksin, başka şeyler olmayacak, sıfatlarımız değişmeyecek, sonra tekrar kavga edip birbirimizden nefret etmeye başlayacağız.

Oysa bir kahve içmek bu kadar zor olmamalıydı hayatta. Yani illa hasta olmak, ölmek mi lazım görüşelim dediğimde yadırganmamak için? Mutlaka hayatın çok ama çok kısa olduğuna dair nutuklar mı atmalı, birini bir kez daha görebilmek için?

Bu kadar zor olmamalıydı bizim hayatımız, biz birbirimizi bu kadar anlayabiliyorken ve birlikte bu kadar gülebiliyorken ve yan yana huzurla susabiliyorken...

"Özledim, gel." diyebilmeliydim şu anda, şu saatte. Hayallerime ortak olabilmeli ya da susup oturabilmeli ve öğrettiğin kadarını daha öğretmeye devam edebilmeliydin.
Evet, ben bunların hepsini senin yüzünden kaybettim.

Yine de güzel günler var ki, düşününce seni daha çok özletiyor, sana daha çok kızdırıyor ama senden nefret ettirmiyor.

Ben kendime senin gözlerinden bakınca sevmeye başlamıştım. Şimdi pek anlaşamıyoruz. Keşke yine...

Ama iyi ki vardın, her şeye rağmen.

'Özgür'düm seninle, çocuktum, yaz'dım, güzeldim, neşeliydim.
Şimdi sadece kırmızıyım.

Mayıs 01, 2010

23. Mayıs




Hoş geldin Mayıs! Yine yeniden.. baharı gönderelim, yaz'ı getirelim, sonra da yaz hiç bitmesin! =) Bu defa olur mu?

Bakarsın olur?...

Nisan 30, 2010

RENKLER



Renkli kalemlerim, çıkartmalarla ve okuduğum kitaplardan yaptığım alıntılarla dolu defterlerim... Her biri ayrı bir dönemi, ayrı bir sınıfı anlatan, hayal kırıklığıyla, sınav stresleriyle, dünyama katkıda bulunan insanların varlığıyla dolmuş taşmış. Ne çok zaman geçmiş, ne çok şeye üzülmüşüm, ne çok şeyde mutlu olmuşum, dua etmişim, şükretmişim, sorgulamışım, kabullenmemişim ya da sakinleşmişim.

Düşünmeyi öğrenmişim satırları doldururken, gelecekte dönüp bakacağımı bile bile notlar almışım, mesajlar bırakmışım kolay anlayabileyim diye yine kendi yazdıklarımı…

Mektuplar yazmışım sevdiklerime, söylemediğim, söyleyemediğim ne varsa anlatmışım derdimi açık açık sayfalara, yanlış anlamaya fırsat bırakmadan, kuruntularımı, paranoyak hallerimi paylaşmışım ki, içime kapandığımda sebebinin kendileri olduğunu düşünmesin yanımdakiler.

Ben hep başkalarından beklediğim gibi davranmışım onlara da, çaktırmamışım. Sustuğum zaman aslında kendime sorular sorduğumu bilsinler istemişim, ama yine de her zaman anlayamamışlar bunu. Öyle ya ne mümkün?

Hayat, ne süslüymüş bazen ve ne çok değerliymiş insanlar o zaman, ne çok anlatmaya meraklıymışım sevdiklerimi, bizi… Ne çok değer vermişim günlük mutluluklara, değerlerini nasıl bilmişim şimdi burda olmayanların. Farkındalar mı acaba?

Her gün kızmışım kendime, her gün bir şey sormuşum, cevabını tam veremesek de… Dünya ne kadar önemliymiş o zaman, ne kadar meraklıymışız her şeye, şimdi o kadar ilgilenmiyoruz sanırım.

Dünya ne kadar güzelmiş, umutlu, barışlı, sevgili olmak, bir çift güven veren göze sahip olmak hayatta, gülmek, destek olmak. Hayat…

Amaç, mutlu olmaktan çok mutlu etmekmiş sevdiklerimizi, en güzeli de buymuş belki.

Bencil değilmişiz hiç, biz sadece birbirimizi, dostluktan da öte o bağ neyse, onu korumaya çalışmışız ya, şimdi bile tek kelimeyle hatırlanabilecek dostluklar yaratmışız.

Ne mutluymuş ki bize!

Biz ne mutluymuşuz aslında, mutsuzluklarımızla, dertlerimizle, ufak tebessümlerimizle. Değerini nasıl bilmişiz ki, hala uzun cümleler kurabiliyoruz hakkında o zamanların.

Umut, barış, sevgi olsun demişiz hep. Biz sevmeyi öğrenmişiz birlikte, öğretmişiz. Ne iyi etmişiz!

Nisan 27, 2010

Son Defaymış Gibi


Karalamaca haliyle devam ederken ve dinlerken en güzel ve sakinleştirici şarkılarımı, bahar üçüncü adımını atmaya hazırlanırken, mayısı beklerken, yani en sevdiğim ay’ı… Güneşli günler devam ederken, günler uzun uzun batarken, incecik giyinmeye hazırlanırken, güneşten hapşırmaya başlarken artık, gezme modunda vakit geçirirken, kıpır kıpırken kısacası, baharın tam ortasındayken…

“Önümüz yaz” huzurunda derin nefesler alırken, elimiz hala kalem tutuyorken, el yazımızı hala unutmamışken aslında, eski şarkıları özlerken biraz, eski arkadaşlıkları, eski ‘biz’i özlerken…

Umutlu olmaya söz verirken, yeni cümleler kurarken, ama aslında hep aynı şeyi anlatırken, hepimiz tek bir şeyden bahsederken, hepimizin derdi aynıyken ama farkında değilken…

Hayatımıza insanlar sokarken, hayatımızdan insanları gönderirken, bazılarını geri çağırırken, bazılarını geri getiremezken, bazılarını hatırlamak bile istemezken…

Yeni filmler beklerken, hikayeler anlatırken, hayal kurarken, dondurma yerken, denize bakarken, uzaklara gitmek isterken, aslında burada yokken…

Yaşadığımızın ne kadar farkındayız?

Nisan 26, 2010

"Gökkuşak"





Her yağmurun sonunda çıkmıyor belki ama göründüğünde çok kıymetli oluyor ya hani. İşte öyle bi anı olsa bu da. Burada...

Nisan 23, 2010

Neyse...

"Bir insanı sevmekle başlar her şey." demiş ya Sait Faik, kimse kulak asmamış herhalde...

Bu insanlar birbirini sevmiyor ki.
Yok canım sokakta yürüyenlerden bahsetmiyorum. Otuz yıl aynı evi, aynı yastığı paylaşmış insanlar bile, onca şeyden sonra saçma sapan bir şeyin hesabını yapabiliyorsa, sokaktaki insanların birbirine düşman kesilmesi gayet normal bir şey.

Anlayamıyorum.

Sonunda böyle mi oluyor? Evlilik dediğin şey üç kuruş yüzünden karşındaki insana bağırıp çağırmayı mı gerektiriyor bir yerden sonra? "Çocuklarını sevgiyle yetiştiren" anne-baba figürü nerde kaldı o zaman?

Anne-babaların çoğu böyleyse, evlenmek istemeyen insanlara daha fazla saygı duymak gerekmez mi?

Nisan 22, 2010

En Son Hangi Filmi İzlediniz?

Her gün yaşadığın hayal kırıklarının toplamı mı hayat?
Her gün yeni baştan, sözü hep mi geçerli?

Umut, evet; ama her zaman değil sanki, her zaman bizi beklemiyor bir yerlerde, karşımıza çıkmıyor, bazen kovalamak gerekiyor. Bazen çok uğraştırıyor.

Bir hikaye dinlemek... En başından yaşanılan her şeyi izlemek... Sonuna yaklaştıklarını görürken, sonuna yaklaştığını hissetmek...

Ve her şeyin sonlanacağına başa dönmesi...

Hayal kırıklığı...

Hayat...

Kenarda...



Yıllarca süren günlük tutma alışkanlığımdan sonra bir süre yazmayı bırakmış olsam da bir şekilde, bir yerlerde bu eylem hep devam etse de, değişmeyen bir şey var ki mutsuzluk daha düzgün cümlelerle geri dönüyor hayatımıza. Tabi mutsuz kelimeler, mutsuz cümleler kime ne fayda sağlıyor? Bu tartışmaya açık bir konu.

Boşlukta olmak böyle bir şeymiş, hiçbir şey yapmak istememek, uyumak istememek, uyanmak istememek, dışarı çıkmak istememek, evde olmak istememek... Normal hayatta bizi mutlu eden ne varsa, mutsuzken, canımız sıkkınken hiçbiri işe yaramıyor bir yerden sonra. Boşluğun tadını çıkara çıkara en sonunda kendimizi suyu çıkmış bir boşluk içinde buluveriyoruz. Artık okunan kitaplarda gezinirken gözlerimiz, bir satır arası dikkat bozukluğunda önümüze başka şeyler getiriyor.

İşte yılmamak, dik durmak, güçlü olmak falan filan... Bir yerden sonra kendi kendinize "saçmalama" diyorsunuz... Umutsuzlaşıyorsunuz.


Şimdi ben tam bu sınırdayım.

Nisan 21, 2010

Kostümcü Kız

Sen gittiğinden beri hiçbir şey değişmedi. Biraz ara verdiler diziye, ama sonra tekrar devam etti. Bir şeyler değişecek sandı insanlar siz gittiniz diye, heyecanlandılar, haklarını savunmak için ayaklandılar kendi aralarında. Hatta İstiklal Caddesi'nde yürüyüş bile yaptılar, ellerinde sizin fotoğraflarınızla. Ben mi? Ben gelemedim, biz gelemedik, çünkü setteydik. Çünkü çalışmaya devam etmek zorundaydık, bölümü yetiştirmek zorundaydık.

Bir süre adınız her yerde geçti, Facebook'ta sizi unutmayacaklarına dair gruplar açıldı, bahaneyle "yollarda ölmek istemiyoruz" sloganları attılar.

Haberini facebook aracılığıyla öğrendim, hani kostüm kiraladığımız Mayıs Kostüm var ya, öylesine bir haber diye okurken adını gördüm. Soyadına baktım, nasılsa sen değilsindir diye, ama bir şey var ki, senin soyadına çok benziyordu, meğer zaten senin soyadınmış. Yanlış yazmışlar bir harfini...

Haber sayfalarına baktım sonra, dizi, set, kamyon kelimeleri uçup gitti gözlerimin önünde, şimşekler çaktı. Annemi aradım.

"Anne Tülay ölmüş."

İnsanlar aradı beni ve Efsun'u. Biz senin ailenmişiz gibi, biz ailemizden birini kaybetmişiz gibi, bize başsağlığı dilediler. Telefonum en çok o gün çaldı. Herkesin ilk cümlesini hatırlıyorum, sonra ne konuştuk hatırlamıyorum. İlk cümle "Doğru mu?" oluyordu hep, sonrası yok. Böyle aniden olunca, inanmak çok daha zor oluyor sanırım.

İnsanlar adınızı duydular. Çok şeyi değiştirmiş olmanızı dilerdim, ama sanırım bunu beklemek de yanlış.

Bir gün adada final bölümünü çekerken, sete bir sanat asistanı geldi. Son iki üç günde yardım etmek için... Sonradan öğrendim kim olduğunu, sonra birlikte ağladık. Ben zaten hemen ağlıyorum ya, bildiğin şeyler hiç değişmedi ki... Bana hep anlattığın, bir gün tanıştırılmayı beklediğim arkadaşınla tanıştım en sonunda, Aslı'yla, sen yoktun.

Sizin projeniz bitti sonunda. Başka şeyler başladı, onlar da bitti. Kısaca, hayat devam etti, yaklaşık bir ay sonra da hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye, birbirimize kızmaya, birbirimize haksızlık yapmaya falan.. Devam ettik.

Şimdilik çalışmıyorum, işin doğrusu artık kostümle falan da uğraşmak istemiyorum. Bekliyorum...
Sana anlatabileceğim bir sürü dedikodu varken burda olmaman ve bu yazdıklarımı okumayacak olman da çok kötü. Bazen ne yapacağımı bilemiyorum seninle ilgili. Çok mu büyütüyorum bu olayı, aslında bu kadar düşünmemek mi lazım, aslında biz o kadar da yakın değil miydik diyorum sonra aklıma o kadar fazla şey geliyor ki seninle ilgili.

Ayın 24. gününü beklemiyorum seni düşünmek için. Her gün nefes alıyorum ve bunun farkındayım. Mutlu olduğun şeyleri yaparken, senin için bir daha mutlu oluyorum. Sevdiğin şarkıları dinliyorum, duyabildiğini düşünmek güzel oluyor.

Bunları sana yazdım.

Huzurlu uyu.